BAŞI ÖNDE SAPIENS, RUHUNU VE ÇALINMIŞ ATEŞİ PROMETHEUS'TAN ALDI. İNSANI UNUTAN TANRIÇA THEMİS, BU GÜN ADALETİ VERİR Mİ?

 

    

 

 

 

            Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.

 

                                               Giordano Bruno

 

 

 

         Sümer, Babil, İran ve Türk mitolojilerinde, insanın yaratılışında kullanılan en temel maddenin toprak olduğu görülmekte. Bazı mitolojilerde toprakla birlikte Tanrılara ait kan ve gözyaşı insanın yaratılışında hammadde olmuştur.

İlahi dinlerde de, ilk insan topraktan yaratılmış ve ona Tanrı tarafından ruh üflendiği yazılmıştır.  

Yaratılış gayesi en genel anlamda Tanrıya hizmet etmek olan insan, zayıf, başı önde, itaat eden, bir şeye sahip olmayan bir zavallı olarak tasarlanmıştır.

Biraz mitoloji üzerinden ilerlersek, bir Titan oğlu olan Prometheus’tan söz etmeliyiz öncelikle.

Titanlar ve Olympos Tanrıları arasındaki savaşta tarafsız kalmış, kendi kurnazlık ve zekasıyla, Olympos Tanrılarının dikkatini çekmiş ve Zeus tarafından ölümsüzler arasına alınmıştır.





Oysa içten içe Zeus’a ve arkadaşlarına kin besliyordu.

İşte tam da burada kendi projesini hayata geçiriyor Prometheus.

Kendi gözyaşıyla yoğurduğu balçıktan insanı yaratır. Bundan bir amacı vardı onun;

Dedelerinin intikamını almak.

Burada da durmuyor, çünkü gerçekten insanın acizliğine acıyor ve demirci Tanrı, kahramanlar ve Tanrılar için silahlar ve zırhlar yapan Hephaistos’un ocağından bir kıvılcım çalarak insana veriyor.





İşte o andan itibaren bilimin ve aydınlanmanın sembolü olan ateşi çaldığı ve insana verdiği için Zeus tarafından Karadeniz ve Hazar denizi arasında yer alan Kafkas Dağlarına zincirlenerek cezalandırılıyor.

Prometheus'un zincire vurulmasındaki asıl neden Zeus'un ondan korkuyor olmasıdır. Geleceği görme yetisine sahip bir titan olan Prometheus, bu yetisini kullanarak Zeus'un Kronos’u tahttan indirmesine yardımcı olmuştur.

Gelecekte de Prometheus'un bu özelliğini kendisinin tahttan düşürülmesi için de kullanacağından korkan Zeus, Prometheus’un ateşi (bilgiyi) çalarak insanlara vermesi ile ondan kurtulmak için gerekli fırsatı elde etmiştir;  

Bu işkence otuz bin yıl sürmek üzere planlanmıştı fakat Herkül'ün onu serbest bırakmasıyla Prometheus, kendisinin karaciğerini her gün yiyen kartalı buldu ve öç olarak kartalın karaciğerini yedi.

Zeus bu şekilde cezasını sonlandıran Prometheus'u affetti ve tekrar ölümsüzlerin arasına aldı.

Biz tekrar insana dönersek, ateşin kendisine verildiği güne kadar avladığı hayvanların etlerini çiğ olarak yemek durumundaydı, avlayacak hayvan bulamazsa toplayıcı olurdu bulduklarını yerdi bazen de ölü olarak bulduğu hayvanların etini de yerdi insan.

Ateşe sahip olan insan eti pişirmeyi öğrendi ve bilim adamlarına göre de, insanı insan yapan etin tüketimi değil, pişirilmesiydi. O tarihten sonra artık insan, Homo Soyuna döndü. Daha büyük bir beyin ve zihinsel teknik becerilere kavuştu.

Sonuçta pişirilmiş yiyeceklerin daha iyi sindirilmesi sebebiyle daha çok enerji kazandı. Bu gelişimin et ağırlıklı beslenmeyle ortaya çıktığı kabul ediliyor.

Yual Noah Harari, SAPİENS kitabında, ‘’İki milyon yıl önce Doğu Afrika’ya bir gezi yapsaydınız, çok tanıdık insan karakterlerine tanık olabilirdiniz; çocuklarına sarılan endişeli anneler, çamurda oynayan çocuklar, rahat bırakılmak isteyen yaşlılar ve toplumun kurallarına başkaldıran gençler.





Bu arkaik insanlar aşık oldu, oynadı, yakın arkadaşlıklar kurdu, güç ve statü için mücadele etti.

Ama dikkat, bunları şempanzeler, babunlar ve filler de yapıyordu. İnsanın hiç de özel bir durumu yoktu.

Hiç kimsenin, elbette insanların da, bir gün kendi soylarından gelenlerin ayda yürüyeceğine, atomu parçalayacağına, genetik kodları çözeceğine ve tarih kitapları yazacağına dair en ufak bir fikri yoktu. ‘’ diye yazar.

Onca anlatımdan sonra Harari, muhteşem sorusunu sorar bize;

Hayvan krallığında, neden Homo cinsi bu kadar büyük düşünme makineleri üretebilmiş tek cins?

Burada Harari insan beynine dikkat çekmekte. ‘’Ve aslında büyük bir beyin vücutta büyük yük demektir. Özellikle de büyük bir kafatasının içindeyken.’’ diye de cümlesini tamamlar.

Sapiens, daha sonra kendinden daha kaslı, beyinleri daha büyük, soğuk iklimlere daha iyi adapte olan Neandartellerle karşılaştı. Onların aletleri de vardı, iyi avcılardı. Günümüzde onlar kaba saba mağara adamları olarak karikatürize edilirler ama iki ırkın karıştığını kabul ediyorsak bu günkü Avrasyalıların saf Sapiens değil, karışım bir ırktan gelen insanlar olduklarını da kabul etmemiz gerekir.

Sapiens, bu karışım konusunda çok başarılı olarak bir çok uzak ve ekolojik olarak farklı yerlerde hızla yerleşmeyi başardı. Diğer insan ırklarını yok oluşa itti.

**

 

      SAPİENS İÇİN GELECEK YAKLAŞIYOR. PEKİ, ŞİMDİ NE LAZIM?

 

‘’Epic Drama’’ TV kanalında çok sevdiğim bir dizi var. Türkçe adı: ‘’Küçük Büyük Tüm Hayvanlar.’’ Orijinal adı, ‘’All Cratures Great and Small.’’

Bu dizinin tesadüfen hangi bölümüne rast gelirsem geleyim,

Bir bölümün tekrarı bile olsa, merakla konu olarak üzerinde durulan o bölümün konusu, derinden derine, belki de gerçek ihtiyacım,

Genelde güncel ihtiyacımız ya da benim için olmazsa olmaz olan ve de, her durumda gerek yeter şart.  

 ‘’Hak, Hukuk, Adalet’’ anlayışına çok fazlasıyla yaklaşabildiği için olsa gerektir ki, mutlaka bir yerinde gözyaşlarımı tutamaz hale getirmeyi başarıyor diyebilirim.

Dizi, 1972 tarihli James Herriot romanından uyarlanmış. 1930 – 1940 yılları arasında Kuzey İngiltere’de Yorkshire’lı bir veteriner cerrah kliniğinde ve kasabada evcil hayvanlar, çiftlik hayvanları ve orada yaşayan iyi huylu, temiz ruhlu, insanların, birlikte yaşadıkları hayvanların tüm haklarına sonuna kadar saygı gösterme, iyi davranma özüne dayanan bir çizgi izlemekte.






Kuzey İngiltere, Darowby kasabası, Dar sokaklar, Kış, Bahar ve Yaz’ın farklı ve muhteşem doğa manzaralarıyla, küçük kasaba köylülerinin özellikle de kendilerine gelir sağlayan çiftlik hayvanlarını (Boğa, İnek, Koyun, At ) ;

Çocukları gibi ne denli sevdiklerini, hastalandıklarında da derhal Köyün veterineri olan Sigfried Farnon’a (Samuel West ) telefon ederek çiftliklerine çağırmaları ve sonrasında meydana gelen heyecanlı, komik ya da bazen hüzünlü olarak devam eden olaylar zinciri diyebiliriz bu dizi için.

Klinikte telefonu kim açıyorsa, mutlaka kliniğin telefon numarası tekrarlanıyor ki bu numara artık izleyici tarafından biliniyor.

(Darowby, İki İki Dokuz Yedi. )

Evin heyecanlı köpeği, komşu çiftliğin, irili ufaklı taşlardan örülmüş duvarına zıplayarak çayırda otlayan Koyunlara sertçe havlayarak hamile olan koyunun korkudan düşük yapmasına diğerlerinin de kısa bir korku anı ve hatta bazılarının bayılmasına sebep olması kasabada ciddi bir durum yaratıyor bir bölümde.

Köpeğin sahibi olan çiftlik ailesinin, köpekten sorumlu kızlarına epeyce kızmaları ve kızın da köpeği uyutulacak diye korkarak köpeği alıp doğruca veterinere koşması orada bir süre gözden uzak kalması ve devamında olanlar bana çok ilginç geldi.

Tecrübeli veteriner derhal olay yerine giderek olaya el koyuyor bayılmış koyun bir uyarıcı verilerek ayıltılıyor önce.

Ancak kuzusunu düşük yapmış olan koyuna çare yok elbette. Kuzucuk ölmüş.

Öncelikle kızın endişesini gideriyor veteriner. Köpek bir süre veterinerde kalacak.

Sonrasında kuzusu ölen çiftlik sahibinin ikna edilmesi, (bu çok zor) bunun bir saldırı değil, tecrübesiz köpeğin, daha önce koyun görmemiş olması ve bundan heyecan duyarak havlamaya başladığıyla ilgili aydınlatılması sağlanıyor.

Köpek, veteriner eşliğinde sahibi kız ile birlikte koyunlara alışması için çayırda koyunlar otlarken aralarında gezdiriliyor ve sakin kaldıkça hoşuna giden bir yiyecekle ödüllendiriliyor. Köpek koyunlara alışıyor, Koyunlar da köpeği tanıyor.

Böylece komşu iki çiftlik sahibi kısa süre içinde anlaşıyor ve olay ceza olarak köpeğin uyutulmasına gerek kalmadan herkesi mutlu edecek şekilde sonuçlanıyor.

Ben burada her hangi bir yorum yapmayacağım siz olayı kendi kafanızda değerlendiriniz, elbette Hak Hukuk ve Adalet çerçevesinde. (Kendinizi kuzusunu kaybeden çiftçi yerine koyunuz.)

 

   

        ADALET TANRIÇASI THEMİS İNSANI UNUTTU MU?

MÖ 1776’da dünyamızın n büyük şehri hangisiydi biliyor musunuz?

Babil’di.

Babil imparatorluğu bir milyondan fazla nüfusuyla muhtemelen dünyanın en büyük imparatorluğu. Bu günkü Irak’ın büyük bölümüyle Suriye’yle İran’ın çeşitli kesimleri de dahil Mezopotamya’nın en büyük bölümüne hükmediyordu. 

Hepinizin bildiği üzere en ünlü Babil kralı, Hammurabi’dir.

Neden ünlüdür bu Hammurabi?

Elbette yine çok iyi bildiğiniz üzere, Hammurabi Kanunları olarak bilinen bir metni yazdığı ve kendini adil bir kral olarak göstermek, Babil İmparatorluğunun her yerinde standart hukuk sistemi kurmak ve gelecek nesillere adaletin ne olduğunu, adil bir yöneticinin nasıl olması gerektiğini anlatmak amacı taşıyan bir yasalar ve adli kararlar toplamıdır.





Nesiller de bunu dikkate aldılar elbette. Antik Mezopotamya’nın entelektüel ve bürokratik seçkinleri metni kutsadı.

Hammurabi’nin ölümünden ve imparatorluğun harabeye dönmesinden çok sonraları bile metni kopyalayarak yaymaya devam ettiler.

Bu kanunlar, bu yüzden eski Mezopotamya’nın ideal toplumsal düzen anlayışını kavramak için iyi bir kaynaktır aslında.

Genel anlamda güçlünün zayıfı ezmesini engellemek, kötülüğün ortadan kalkmasını sağlamak, adaletin imparatorluk topraklarında hüküm sürmesini sağlamak istediğini yazmıştır.

Neredeyse bir anayasa metni gibi görünen bu kanunlara baktığımda ve kısaca örnek olması bakımından ilk dört maddeyi buraya yazmak istedim.

 

 

 

1.    Bir adam başka bir adamı cinayetle suçlayarak suç duyurusunda bulunur, ancak bunu kanıtlayamazsa, suçlayıcı idam edilecektir.

2.   Bir adam başka birini kendisine büyü yapmakla suçlamışsa ama bunu kanıtlayamamışsa, sanık kutsal nehre gidecek, kutsal nehre dalacak ve eğer kutsal nehir onu yenerse, suçlanan kişi evini mülk edinecek. Kutsal nehir masumiyetini gösterir ve o kurtulursa, onu suçlayan idam edilecektir.

3.   Eğer bir adam bir davada yalancı şahitlik eder veya verdiği şahitliği ispat etmezse, bu dava yaşamla ilgiliyse, o adam öldürülecektir.

4.   Bir adam tahıl veya parayla ilgili yalancı şahitlik yaparsa, davaya konu olan cezayı kendisi üstlenir.

 

 

Bu maddeler böylece ince ince dokunarak neredeyse hayatın her alanına girilerek kaleme alınmış, en göze batan özelliği de, kısasa kısas bir tarzı benimsemiş olmasıdır.

Günümüzde birçok ülkede idam cezası yok. Ancak Hammmurabi, kendi kanunlarında birçok maddede idam cezası uygulamayı öngörüyor.

Maddeler, göz çıkarma, kemik kırma, gümüş ödeme, kızını öldürme, şeklinde devam ediyor. İnsanı şaşırtarak.

İnsanoğlu, modernleşirken anayasasında yumuşamalara gitmiş zamanla onu görüp anlıyoruz.

Zeus, adaletli davranma yükünü omuzlarından atmak için güzelliğiyle ünlü Themis ile evlenmiş. Themis adaleti temsil ediyor ama yargılama ona ait değil. Adalet ve düzen bozulduğunda öfkelenmiyor ya da cezalar yağdırmıyor. O zaman devreye ‘’intikam tanrıçası’’ Nemesis giriyor.





Ortaçağ ressamları tarafından, Themis resmedilirken neden elinde terazi, kitap, kılıç ayağında da yılan olarak gösterilmiş ayrıca da gözleri bağlı olarak resmedilmiş.

Bunlar Themis’e ressamlar tarafından ekleniyor. O zamanlar adaletsizliğin en yüksek olduğu zamanlardı; sanatçılar da kendilerini ifade etmenin yolunu böyle buluyorlar. Her parçanın bir anlamı var.




Kadın kahraman olması saflığı, bağımsızlığı ve korkusuzluğu ifade ediyor.

Gözlerinin bağlı olması tarafsızlık demek. Yani kararı kişiye göre değil adaletle almak gerektiğini hatırlatıyor.

Terazi, adaletli yargılama ve hakların eşit dağılımı anlamına geliyor.

Kitap, tahmin edeceğiniz gibi kanunlara uygun davranmak demek.

Kılıç, adaletin olmadığı yerde gerekirse bunu zorla sağlamayı simgeliyor.

Ayağındaki yılan ise toplumdaki kötülükleri yansıtıyor ama adalete tüm kötülüklerin ayaklar altına alınacağının da güvencesini veriyor.

Adalet tanrıçası farklı kültürlerin hepsinde var aslında. Roma’da Justitita, Mısır’da Maat, olarak karşımıza çıkar. Çünkü insan var olduğundan beri adalet arayışı da, bulacağına olan inancı da hiç bitmemiş.

Adaletin hepimize lazım olduğunu ve her şeyden bağımsız değerlendirilmesi gerektiğini unutmamak adına, adalet için, kılıçlı mücadele ayrıca da Nemesis’in intikamımız için devreye girmesini yürekten isteyeceğimiz zamanlara mı ulaştık acaba? Dünya tam da orada mı?

Themis unuttu mu bizi?

 

Saygılarımla.

 

ÖZDENER GÜLERYÜZ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

  1. Hamurabi kanunları daha sonra kanunlar yapan bir çok ülkeler için örnek olmuştur. Ancak bazı maddeleri de her nedense örnek alınmamıştır. Hamurabi kanunlarında yazmadığınız beşinci ve altıncı maddeler benim çok beğendiklerimdir.
    Beşinci madde aynen şu şekildedir:
    ''Bir yargıç hatalı karar verir ve bu ortaya çıkarsa davada kendisi tarafından belirlenen cezanın 12 katını öder ve bir daha yargıçlık yapamaz''.
    Bu madde çok önemlidir. Günümüzde de aslında böyle bir kanun maddesinin uygulanması gerekiyor. Özellikle ülkemizde böyle bir kanun maddesi olsa idi yargıçlar baskılara aldırış etmeyeceklerdi ve doğru kararlar vermeye gayret göstereceklerdi. Örnek olarak baskılar karşısında vermiş oldukları yanlış karalarlardan dolayı mağdur olup maddi ve manevi zarar görenler üst mahkemelerde haklarını kazansalarda, yanlış karar veren yargıçlara karşı davacı olamıyorlar. Ancak Devlete karşı açılan davalar ile maddi manevi tazminat alabiliyorlar. Yani sonuç olarak Yargıçın yaptığı yanlışın bedelini devlet ödemiş oluyor.
    Hamurbi kanunlarının altıncı maddesi de aynen şöyledir.:
    ''Bir kimse tapınağın ya da mahkemenin eşyasını çalarsa ölümle cezalandırılır ve ondan çalınmış maları alan kişi de ölümle cezalandırılır''.
    Oysa günümüzde ''Devletin malı deniz, yemiyen domuz'' sözü aynen uygulanmaktadır.
    Ülkemiz kanunlarında bu altıncı maddeye benzer bir kanun olmuş olsa idi belkide yaşamakta olduğumuz yağma düzeni yaşanmayacaktı.

    YanıtlaSil
  2. Murat bey zamanımızdan çok çok önceleri bile hukuk ve hakkaniyete, adam kayırma, koruma, belli bir zümreyi kollama, Cemaatler oluşturarak taraftar oluşturma ve paraya dayalı bir rüşvet sarmalıyla sözüm ona hukuk kurma hiç olmadığı gibi, bu saydıklarımın çok azıyla bile korkunç cezaları gerektiren kurallar koyma geleneğini önce krallar koyuyor ve önce onlar uyguluyormuş. Peki günümüzde bize ne oldu acaba?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇİNİZDE ŞARKI SÖYLEYEN VEYA DÜŞÜNEN ÖZ, HALA YILDIZLARI UZAYA DAĞITAN O İLK AN'IN İÇİNDE DEVİNİYOR MU?

BİREYSEL KÖRLÜKTEN TOPLUMSAL KÖRLÜĞE GEÇİŞİMİZDE ; ''ÖZGÜRLÜK '' VE ''MASUMİYET'' SEMBOLLERİMİZİ ARAMA GİRİŞİMLERİMİZ ÜZERİNE.

PARADİSE LOST- SMYRNA 1922. '' YARALARI KİM DÜŞÜNÜR, ÖLSEM NE GAM!'' : YÜZBAŞI ŞERAFETTİN, 9 EYLÜL 1922