İÇİNİZDE ŞARKI SÖYLEYEN VEYA DÜŞÜNEN ÖZ, HALA YILDIZLARI UZAYA DAĞITAN O İLK AN'IN İÇİNDE DEVİNİYOR MU?
içinizde zamana bağlı olmadan var olan öz,
yaşamın, zamandan bağımsızlığının zaten farkındadır;
ve bilir ki dün, bugünün anısı,
yarın ise bugünün rüyasıdır...
ve yine bilir ki içinizde şarkı söyleyen veya düşünen öz,
hâlâ yıldızları uzaya dağıtan O ilk AN'ın içinde devinmektedir
Halil Cİbran
İzmir yağmursuz günleri geride mi bırakıyor?
Düşünmek bile çok güzel. İstiyor ve umuyorum bunu. Öylesine umuyorum ki, ilk kez dün, on üç Kasım’da, büyük oranda İzmir’de yaşayanların hazırlıksız yakalandığı, sakince başlayan birkaç saat süren yağış geçişini sevgiyle karşılıyorum.
Sonbaharın son ayının ilk yağmurlu öğleden sonrasında, koro çalışmamızın bittiği saatte, evden çıkarken şemsiye almayı düşünmediğimden, adeta yağmurun altına attım kendimi bile isteye.
Eve geldiğimde ıslak ve mutluydum. Ayrıca da gökyüzünün üzerime
yağan enerjisi ile neşeliydim.
Bugün de akşamüzeri on sekizde başlayıp Cuma ve tüm hafta sonu
devam edebilecek bir sağanak yağıştan söz ediliyor.
Dolunay zamanlarında böyle havalarda Karşıyaka, Mavişehir
sahilinde, deniz taşmaları da görülmüyor değil.
Deniz suyu, karaya doğru taşma yaparak bizim ondan aldığımızı
geri alma talebini bizlere bazen zararlar da vererek iletir gibi.
Albatros blokları otoparkını ve biraz da Flamingo bloklarına
kadar taşarak gece park halindeki araçlara zarar verebiliyor.
Umarım bu kez öyle bir şey yaşanmaz.
**
Halil Cibran’a ( 6 Ocak 1883 – 10 Nisan 1931 Lübnan asıllı Amerikalı Ressam, Romancı, Şair ve Filozof.) ait yukarıda alıntıladığım, insanın içindeki özün zamana bağlı olmadığı ve özün de, bunun da farkında olduğu olgusuyla beraber,
Dünün bugünün anısı, yarının ise bu günün rüyası olduğu
kavramıyla yine o özün, hala yıldızların uzaya dağıtıldığı o ilk an içinde
deviniyor olması durumu, çok derin bir özümleme ve anlamlar zinciri içinde
benliğimi sarıp sarmalıyor.
Bu anlatılanları biz acaba, ‘’insan çok aciz bir varlıktır,
evrende değiştirebileceği hiçbir şey yoktur, o sadece özünde, zamansız o ilk
anda devinir durur.’’ Diye mi anlamalıyız.
Benim yağmuru seviyor, özlüyor ve istiyor olmamın, yağmurun
yağma ihtimaliyle uzak yakın bir ilgisi yok mu?
Yıldızların uzaya dağıtıldığı o an kapkaranlık uzay boşluğunda
yıldızları içlerine alarak yerleşen devasa galaksiler ve onlara ait güneşler
ile güneşlerin etrafında sakince binlerce yıldır bir sistemle dönüp duran
gezegenlerin oluşturduğu düzen içinde kendi uydularını oluşturdukları
çarpışmalar,
Kendilerinden kopan parçaların kendi etraflarında dönmeye
başlamalarıyla gezegenlerin sisteme bağlanması, kendi üzerlerinde yaşayacak
canlıların da doğal ayıklanmaya böylece ulaşması,
Yıldız parçalarını ve tozlarını peşlerinden sürükleyerek o kara
boşlukta yol alan bir göründükleri yere yörüngelerine göre, ya hiç uğramamaları
ya da belli aralıklarla tekrar aynı yerden yine görünen kuyrukluyıldızlarla
birlikte biz de evrende ayağımızı bastığımız yerin soluyan doğal tozu muyuz?
Voyager1 isimli, Güneş sisteminin etki alanı dışında araştırma
yapmak için 1977 yılında uzaya gönderilen uzay aracı şu an Dünyadan Yirmi Dört
Milyar KM uzakta bulunuyor.
Güneş sisteminden çıktığında Dünya’ya Altı Milyar KM uzaklıktaydı.
Ve tam o anda Dünya’nın resmini çekip Dünya’ya gönderdi.
Bu satırların okuyucuları acaba Altı Milyar KM uzaklıktan
Dünya’nın resmini gördü mü?
Gördüyse neler hissetti?
Tüm insanlık tarihinin yaşandığı o minik mavi kürenin kara boşluktaki o görüntüsü ne düşündürdü?
Lütfen resmi gördükten sonra hislerinizi yazımın altına yazar
mısınız rica etsem?
Özümüz hala o an içinde mi? Yarını, bugün nasıl bir rüya ile bekliyoruz.
Geçen onca zaman içinde özümüz, zamandan bağımsız ise neyiz biz?
Ben hala o andaysam neden kutupta yaşayan beyaz ayının altı
aydır aç olan yavrusuna bembeyaz uçsuz bucaksız buzlar içinde, üç kilometreden
kokusunu aldığı fok yuvasını bulup kazmasına, yirmi yuvadan sadece birinde
başarılı olmasına ve yavrusunu doyuramamasına üzülüyorum?
Neden o beyaz yavruyla birlikte ben de açım?
Ayrıca yuvaya yavrusunu bırakıp denize açılmış anne fokun
yavrusu kaçabilsin diye, yuvasına denizle bağlantısı olan kanal eklemiş
olmasına mı sevinmem gerek yoksa kutup ayısının sonunda yavrusunun karnını
doyurduğuna mı?
İnsanlık hala o andaysa, insan kaç reenkarnasyonda kendini
kaybeder? Dünyanın neresinde hangi yararlı işleri önceki hayatlarında yapmış ve
şimdiki zamanda karmasını ( özünde eksik olan tarafın tamamlanacağı yeni yaşam
şekli) yaşamaktadır insan?
**
Aradan kaç yıl geçti hatırlamıyorum, çok merak ettiğimiz ülke
olan Mısır’a gitmeyi planlamıştık eşimle.
Bir tur şirketinin dokuz günlük Mısır turuna katılmak üzere
başvurduk.
Tur, Mısır’ın Sudan sınırına yakın Lüxor şehrinden başlayacak ve Nil nehri boyunca yukarıya doğru bazen nehir gemisi bazen otobüs bazen de uçak ile devam ederek Akdeniz kıyısında, İskenderiye şehrinde bitecekti.
Epeyce heyecan duymuş ve o zamanlar çok ünlü olan ve Firavun 2.
Ramses’in hayatını kaleme almış bunu da tam beş ciltlik roman şeklinde
piyasaya sürmüş olan Yazar Chiristian Jacq’ın söz konusu beş
cildini de almış hepsini bir çırpıda okumuş eski Mısır tarihini epeyce
öğrenmiştim ülkeye gitmeden.
Tur başlangıç tarihi gelmeden özel bir toplantı yapılmış dokuz gün içinde otelde ve dışında nasıl hareket edeceğimiz neler yiyip içeceğimiz kesin yapmamamız gereken davranışlar konusunda bilgiler verilmişti.
Uzatmadan asıl anlatmak istediğim noktaya geleyim;
Kahire müzesindeyiz, gözlerimize inanamadığımız köşeler var müze
içinde. Hayranlıkla geziyoruz.
Ayrılmış farklı bir bölümü var müzenin.
Oraya girmek isterseniz bir ücret daha ödemek zorundasınız ve
kamera ile video çekmek ile fotoğraf çekmek de yasak bu bölümde.
Orada 2.Ramses ve ailesinin mumyaları bulunuyor
hepsi de kırılmaz cam muhafazalar içinde.
Ben oraya yalnız girdim tam beş cilt kitapta hayatını, yaptığı
tüm savaşları ve başarılarını bilip ezberlediğim,
Üç bin iki yüz yıllık MÖ 1303 – MÖ 1212 Yılları arasında eski
Mısır Hükümdarı Firavun 2. Ramses’in mumyası ile aramızda
cam tabut olmak üzere ona,
O uzanmış kupkuru şekilde yatarken yüzüne ve tüm vücuduna baktım
ve birden ağzımdan elimde olmadan bir kelime çıktı tutamadım o kelimeyi
kendiliğinden döküldü, gözlerim doldu bir anda.
Biraz ilerde Firavunun babası Seti, eşi Nefertari
ve ailesinin diğer üyeleri kupkuru yatıyorlardı.
Ağzımdan dökülen kelimeye ben bile çok şaşırdım hatta korktum
onca yıl sonra bile öyle midir acaba? Diye düşünüyorum.
Ben onun döneminde yanında mıydım? Bu düşünce titretti.
Kelimem bende saklı.
**
Ben, Dünyada yaşayan tüm insanların içlerinde Tanrısal ezgiler
taşıdığına inanıyorum.
‘’Her insan içinde, duyumsayıp
hissedebildiği YERİNDEN ( transpoze
olmamış ) çalınıp söylenilebilecek Tanrısal
ezgiler barındırır.’’
Diye
bir önermem de var.
Böyle tanımladığım insanın bu yaşamı ve geçmiş yaşamları var
gibi geliyor bana.
‘’Her defasında bir başka bedende farklı bir yerde başka bir karma
ile tekrar yaşama döndüğü’’ Fikrine inanıyorum.
Hayatı öyle okunacak ve anlaşılacak gibi duran bir kitap gibi
algılamayınız. Esasen hayat, sayfaları ürküten, kalın bir kitap.
Yine benim yukarıdaki önermemi biraz daha ilerletirsem, hani
diyordum ya;
‘’Her insanın içinde, duyumsayıp hissedebildiği yerinden çalınıp söylenilebilecek
Tanrısal ezgiler barındırır.’’ diye;
Ek olarak diyorum ki;
‘’Her insan yaşamı boyunca, başına
gelenler, tercihleri, direnişleri ve bunların sonucunda gelebildiği yer itibariyle,
şarlatanlık ile kabullenme arasında gidip gelecek ve gün, bir an duraklayacak o
an veda anı olacak, ayrıca o içinde bulunan YERİNDEN çalınıp söylenebilen,
kendisi tarafından duyumsanıp hissedilebilen ezgiler de kendini bir yerlere
GÖÇÜRMÜŞ olacak.’’
Kısaca insan, kendini transpoze edebilmiş, Tanrının ‘’Yerinden’’
tercihini sadece kendisi farklı bir yere doğru değiştirmiş olacaktır.
Bunlar benim görüşlerim elbette.
**
‘’Kuş uçtukça genişliyor gökyüzü’’ demişti Rilke. Belki hayat da
yaşadıkça genişliyordur öyle düşünün.
Sakın delirmeyin. Kimse duymaz bu gürültüde.
Belki de evren, iki güçlü ev sahibi arasında savaş yeridir,
Bunlardan birincisi, Doğru’nun tanrıları, İkincisi ise yalanın şeytanlarıdır.
Bizler tanrıların değirmenindeki buğday taneleriyiz. Demiş Wilbur
Smith.
Dönmeli geri gelmeli, o sevdalar çağı.
Dayandım nasıl da,
Unutamam bir daha artık,
O korkular, kaygılardı
Uçup gitti göklere.
Bir belalı susuzluk
Kabartıyor damarlarımı.
Diye seslenmiş Arthur Rimbaud.
Kaplan adamı öldürmek isterse vahşilik,
Adam kaplanı öldürmek isterse adı spor olur
Suç ile adalet arasındaki fark da bundan büyük değildir.
En yüksek mahkeme,
En yoksul kişinin girişimiyle harekete geçmiyorsa,
Adalet bir komediye dönüşür ancak.
Diye seslenmiş Bernard Shaw.
Farklı kişiler, farklı görüşler bunlar. Eğer evren bir savaş
yeriyse Wilbur Simth’in dediğine göre, doğrunun tanrıları ve yalanın
şeytanları çarpışıyorsa eğer ki bununla ilgili hem geçmişte hem de günümüzde
çok belirti ve gösterge var;
İnsanlığın evrimi milyonlarca yıl sürmüştür bilim adamlarına
göre ancak bu evrimleşme doğru ve uygun bir hızla gerçekleşememiştir.
Beyin ve zeka olarak genetik değişime uygun olamadı insanlık
bazı engellemelere uğradı;
Romalı Flavus Lucretius, matematikçi,
gökbilimci ve filozoftu, Roma Tanrılarının masal olduğunu söyledi ve katledildi
zamanında.
Bu değerli insanın soyu devam edemedi.
Antik Yunanlılar, devrin en büyük filozofu Sokrates’i 2500 yıl önce
Yunan Tanrılarına inanmadığı için öldürdüler,
İtalyan filozof Giordano Bruno kapalı evren görünüşünü ilk reddedenler arasındaydı, Dünya Güneş etrafında dönüyor dediği için kilise tarafından Roma’da bir meydanda diri diri yakıldı.
Sadece Avrupa engizisyon mahkemelerinde elli bin aydın, düşünür,
filozof, sanatçı yakıldı,
Paleolitik Çağ’dan itibaren son kırk bin yılda istatistiksel
olarak sayıları yüz kırk üç milyon olarak hesaplanmış üstün zekalı insan
‘’Dinlere Tanrılara, Dogmalara, Tabulara, Masallara inanmadığı için öldürüldü bu
insanların devam edecek soyları sonlanmış oldu.
Endülüs ve İskenderiye kütüphaneleri aşırı din yanlısı kişiler
tarafından yakılmasaydı bilim, sanat ve felsefe üreten değerli insanlar dünyada
ağırlıklı olarak daha çok olacaklardı.
Ayrıca, bugün fosil yakıt kullanmadan daha temiz bir dünyada
yaşıyor olacaktık.
İnsanlığın zeka seviyesi bu günkü aptal halimizle
kıyaslanmayacak kadar yüksek olacaktı.
İnsanlık bugün Galaksiler arası uzay yolculuğu yapıyor ve kendi
ırkının devam edeceği solunabilir atmosferi olan başka gezegenler bulmuş
olacaktı.
Ülkemizde Osmanlı İmparatorluğu döneminde ulaştığı, yirmi iki
Milyon KM2 Toprak genişliğinden, Cumhuriyet öncesi Kurtuluş Savaşımıza kadar
olan dönemde Türkiye toprakları İki yüz yirmi bin KM2 ye gerilemişti.
Çanakkale Savaşından tutunda, Osmanlının girdiği Balkanlar,
Suriye Mısır, kuzey Afrika, Mekke, Medine, Kızıl Deniz, Ürdün, Yemen
Bölgelerindeki savaşlarda en değerli elit ve okumuş subay ve askerlerini kaybede
kaybede geriye kendi kabuğuna geriledi.
Bu konudaki bilgilerinizi derinleştirmek isteğiniz öne çıkarsa,
lütfen önereceğim iki kitabı okuyunuz;
İlk kitap: ZEYTİNDAĞI, ( Falih Rıfkı Atay, İstanbul, 25 Ocak 1894 –
20 Mart 1971 İstiklal madalyası sahibi, Türk yazar, gazeteci, ve Milletvekili,
Atatürk’ün başyazarı. )
İkinci kitap: YABAN, (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kahire 27 Mart
1889 – Ankara 13 Aralık 1974. Türk yazar
ve Diplomat, Türk Dil Kurumu kurucusu. )
Yüce Değerli Komutan, askeri deha M. Kemal Atatürk ve
değerli silah arkadaşlarının verdikleri Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye
toprakları, tekrar yedi yüz yetmiş bin KM2 üzerine çıkarılmış ise de, ne yazık
ki,
Kaybedilen değerli tahsilli, akıllı ne yaptığı bilen basiretli
subay ve askerlerinden devam edecek nesiller kaybedilmişti ve onlar için
yapacak hiçbir şey de yoktu.
Genel toplamda bakıldığında Dünyada, Popülasyonun % 5’i değil de
% 35’i üstün zekalı olacaktı.
Mezopotamya’da eski şehir krallıklarından birinin kralı olan 1.Sargon,
(MÖ 1860 – MÖ 1850 Asur Kralı ) yanındaki yazmanına tablete yazdırdığı hayat
hikayesinde, Kendisinin bebekken annesi tarafından zift ile kaplanmış bir
sepete konularak Fırat nehrine bırakıldığını yazdırarak kral olma yolunda
başına gelenleri anlatmış.
Tam da bu noktayı çıkış noktası kabul edersek, devam eden yıllar
ve yüz yıllarda, tüm kral ve peygamberlerin bebekken tam da bu bölgede ya
sepete konulup bir nehre ( Fırat veya Nil) bırakılmış olduğu hikayesini
hayretle okuyoruz.
Yok! sepete konulmamışsalar, mutlaka bakire anadan doğuyor ve
mutlaka sonrasında, uçan ilahi bir hayvan sırtında göklere yükselip bir
yaratıcı ile görüşmeye gitmiş oluyorlar.
Tüm semavi dinlerin hikayelerinin matruşkalar gibi iç içe ve
aynı olduğunu şaşkınlıkla görüyoruz.
Bu arada sepete konulmuş Sargon1 ile Hz. Musa (ki o da sepette ve
Nil’de) arasında yıl olarak, bin beş yüz yıl var. (Bakınız; Tabletlerle
yüzleşmeler – Çelişkiler kitabı/ Ali Narçın)
**
Biz neden hala bunca yıldır, anlamını bilmeden ‘’Ebu
Leheb’in elleri kurusun’’ diye dua ediyoruz hiç düşündünüz mü?
Ebu Leheb kimdir? Üstelik karısını da boş geçmiyoruz onu da bu
bedduanın içine dahil ediyoruz. ‘’Zaten kurudu da’’ diye ilave de
ediyoruz.
Bu dua, ‘’servetine ve gücüne güvenenleri bekleyen
acı sona’’ işaret eden bir ayet.
Ama sonuçta bazı nedenlerden dolayı İslam Peygamberi Hz.Muhammed’in
İslamiyet Dinini tebliğ ettiğinde, buna itiraz ve beddua ile karşılık veren
amcası Ebu Leheb ve eşine sonradan cevap, uyarı olarak inen bir ayettir.
Bu ve bunun gibi, meydana gelen bir olaya, duruma, şekle göre
İslamiyet’in kitabında bizim anlamını bilmeden okuduğumuz birçok ayet ve dua
bulunuyor.
Okuyacak isek, bir ayetin Türkçesinin ne dediğini, neden ve
hangi nedenle inen bir ayet olduğunu bilmemiz daha güzel olmaz mı?
Arapça maç anlatan, haber sunan spikerin her cümlesine ‘’amin’’
demenin bir anlamı var mı?
Moğol İmparatoru Cengiz Han’ın torunu Hülagü han’ın bu gün bile
bizlere ışık olacak tarihe geçmiş meşhur ifadesiyle;
‘’Eğer Tanrınız Türkçe bilmiyorsa, o
kesinlikle Tanrı değildir, zira Türkçe bildiği halde Arapça konuşuyorsa, demek
ki bu sadece Arapların Tanrısıdır. ‘’
Avrupa’da Hristiyanlığın kitabı İncil, her ülkenin kendi dilinde
basılır. Bir Alman din kitabını Almanca, İngiliz İngilizce, İspanyol da
İspanyolca okur.
Hiç Türkçe ezan dinlediniz mi? Namaz kılıyorsanız hiç okuduğunuz
duaları ana dilinizde okumayı düşünür müsünüz?
Arjantin’in Dünyaca ünlü futbolcusu Diego Maradona,
Vatikan’a gidip Papa ile görüşüp şatafatlı katedral ve devasa kiliselerin
altınla kaplı çatılarını gördükten sonra,
‘’Kilise tüm fakir çocuklar için üzüntü
duyuyor.’’ Diyen
Papaya hitaben,
‘’ Söylediklerini külahıma anlat, Samimiysen altın kaplama tavanını sat önce Amigo! Sonra bir şeyler yap. ‘’ demişti.
**
Emil Michel Cioran,
Çürümenin Kitabı isimli kitabında, der ki;
‘’Hayat ağacı artık hiç ilkbahar
görmeyecektir, kuru odundur, onunla kemiklerimize düşlerimize ve acılarımıza
tabut yapacağız.’’
Bu cümleden ve yukarıda yazdıklarımdan her ne kadar da
ruhlarımız o ilk anda devinip duruyor olsa da,
İnsancıklar olarak aklımızı çoktan yitirdiğimiz ve çağın
getirdiği saçmalıkları sonuna kadar devam ettirdiğimiz ve ettiriyor olmamızdır
ki,
İnsan ırkının başka gezegenlerde gelişerek evrimleşerek devam
edeceği rüyası artık acılarımızla birlikte o kuru odundan yapılmış tabuta kendi
ellerimizle konulabilir.
Dilerim bir gün, dini düşünce özgürlüğünün içimizdeki iyilikten
ve insanlığımızdan hiçbir şey götürmediğini öğreniriz.
İki bin Yirmi Dört yılının son blog yazısını yazarken, siz, tüm
değerli arkadaşlarım, dostlarım ve bloğumun sadık okuyucuları, uzak ve yakın
olun ama bilin ki, hepiniz çok değerlisiniz.
Ben, her yazımda sizler için daha dikkatli, gerçeğe daha yakın
olmak adına tam bir ay süreyle çalışıyor, okuyor, araştırıyor, kontrol ediyor,
dönüp tekrar okuyor ve sonra tekrar tekrar cümlelerimi düzeltiyorum.
Hepinize, İki Bin Yirmi Beş Yılının,
Sağlık, sonsuz mutluluk, iyiye, ileriye doğru gelişme, yüksek
farkındalıkla, yıl boyunca ayaklarınızın yere bastığı her yerde gözlerinize
ışık olarak yansımasını dilerim.
İçinizdeki frekansı düşük, yalnızca size özel ‘’Tanrısal
Ezgileri’’ duyun lütfen.
Saygılarımla.
ÖZDENER GÜLERYÜZ
Elinize sağlık,
YanıtlaSilÖnermenizden anladığım, insan yaşanmışlıkların olgunluğu ile güzel ahlak ve vicdanın asıl sahibi olan Tanrı ile aynı makamda fikirler (eserler) ürettikçe, içimizdeki Tanrısal ezgiler gün ışığına çıkıyor.
İnsana ait ne varsa Tanrının yansıması iken, özlenen güzel hasretler, tam da Tanrının bizdeki izdüşümü sanırım.
Esenlikler.
Uluç Özen Evet İnsana ait ne varsa Tanrısaldır her davranışıyla demek istiyorum ancak zamanla insanın değişimi ve gelişimi esnasında evrildiği yerde bozulmalar ya da, Spinoza'nın tanımladığı ''TÖZ'' de, (Doğa, Tanrı, İnsan tözüne) daha da yaklaşmalar görülebilir. Çok teşekkürler.
SilAltı milyar km uzaktan Dünya nın görünüşü; Bir altı milyar km daha öteden ve hatta daha daha ötelerden görünen korkunç sonsuzluk ve insan aklının durakladığı yer mi acaba ?
YanıtlaSilBen diyorum ki "Tanrının insanlara vermiş olduğu beyin kapasitesi insanların evrimleşmesi ile doğru orantılıdır". Yani, acaba Tanrı şöyle mi diyor ! "Ne kadar çok evrimleşirseniz beyin kapasitenizi de o kadar çok artırırım".
Ben ce de şurası da bir gerçek ki, eski çağlarda Dinlere,Tanrılara, Dogmalara, Tabulara, Masallara inanmayan o çok zeki insanlar öldürülmemiş olsalardı, Tanrının insanlara bahşettiği ay kü seviyesi de yaşadığımız çağda mutlaka çok yükseklerde olacaktı.
Din alimleri ve hatta bilim insanlarının hâlen tartışmakta oldukları ve halledemedikleri bir konudur Reankarnasyon. Fakat bizler reankarnasyonun gerçek olduğunu farz ve kabul edilmiş olduğu şeklinde düşündüğümüz de sizin ikinci Ramses in mumyası ile karşılaştığınız anda ki haleti ruhiyeniz ile söylediğiniz ve fakat içinizde saklı olan kelimeyi de çok merak ediyorum.
Hallacı Mansur da söylemişti insanların Tanrının bir parçası olduğunu. Tabii ki Mevlana ve Yunus Emre"nin söylemlerinden de insanların içlerinde transpoze olmamış Tanrısal ezgiler taşıdıklarını farz ve kabul etmek gerektiğine de kesinlikle inanıyorum.
Bu arada bin dört yüz küsur yıl önce yaşamış Ebu Leheb efendiye kadar gitmeden, çağımız da Papaya boyun eğmeyen ve karşısında dik duran Diego Maradona nın külahı da gerek Müslümanların ve gerekse Hristiyan dinlerinin hatta bütün dinlerin insanları nasıl afyonladıklarını anlatmaya yeter de artar.
Büyük emekler vererek yazıp paylaştığınız güzel makalelerin bol okuyucuları olması dileklerimle başarılı çalışmalarınızın devamını diliyorum. Murat Severcan
Değerli arkadaşım Murat Severcan, yorumunuz benim için, kendi tarafımdan bakılınca ''zirve'' diyebileceğim yerde olan ve sizce de eksiksiz anlaşılmış diyebileceğim bir noktada. Size bu güzel emeğiniz, yorumunuz için sonsuz teşekkürler ederim. Sağlıkla, mutlulukla dostluğumuzun sonsuzluğa akması dileğimle.
Sil