BİREYSEL KÖRLÜKTEN TOPLUMSAL KÖRLÜĞE GEÇİŞİMİZDE ; ''ÖZGÜRLÜK '' VE ''MASUMİYET'' SEMBOLLERİMİZİ ARAMA GİRİŞİMLERİMİZ ÜZERİNE.

 

 

 

 

 

Aranızda en özgür olanların bile, özgürlüklerini bir boyunduruk ve bir kelepçe gibi taktıklarını gördüm.

Ve yüreğim içimde kanıyordu;

Çünkü ancak özgürlüğü arama arzusu bile senin için bir koşum haline geldiğinde ve özgürlükten bir amaç ve tatmin olarak bahsetmeyi bıraktığında özgür olabilirsin.

 

                                             HALİL CİBRAN                    

 

 

 

           Yeni bir yılın ilk günlerinde yayımlayacağım blog yazımın ilk satırlarını yazarken, elbette İki Bin Yirmi Dört yılı henüz bitmemiş, yılın son ayının ikinci yarısını yaşıyor, on beş Aralık’ta oluşan Dolunay etkilerini üzerimizde hissettiğimiz günler içinde yuvarlanıyor olacağız.  

İkizler burcu 23 derecesindeki Dolunay, ‘’gerilim hattındaki sigortaları attıracak, bizi tahammülsüz yapacak enerjileri açığa çıkaracak, madalyonun öteki yüzünü de bize gösterecek’’ gibi etkilerle geri dönüşü olmayan her alanda daralma, yeni yapılanma sağlayacak fırsatları da beraberinde taşıyacak, yanılsamalar içinde yol bulmaya çalıştığımız bir dönem içinde olacakmışız, konunun uzmanlarına göre.  

Geçen yılın, içinde ilk kez bir önermemin de bulunduğu son yazısını bloğumda okuyan değerli okuyuculardan çok geri dönüş, tebrik aldım. Önermemi beğendiklerini ve yazılarımı uzunca bulduklarını ancak bunun yanında da, duygu derinliği ve hassasiyet bulunduğunu bir solukta okunabildiğini söyleyen dostlarım da yok değil.

Blog açıp yazılarımı yayımlamaya başladığımdan bu yana, yazılarımda gittikçe artan derinliği, özgünlüğü, tarzımın farklılığını gören ve bana bizzat ileten değerli okuyucularıma çok teşekkür ederim.

**

           Bu yazımda da yine, insanoğlunun yüz yıllardır peşinde koştuğu içinde bulunmak istediği masumiyet ve özgürlük temalarıyla ilgili satırlar olsun istiyorum.

 

              ‘’Ne kadar az bilirsen o kadar iyi uyursun’’ Der Gorki,

İzahını Sartre yapar;  ‘’Uyursan gece biter, uyuyamazsan sen.’’

Son noktayı Freud koyar;  ‘’ Çok uyumak kaçmaktır, uyuyamamaksa yakalanmak.’’

 

Az bilmek! Az bilince geceyi rahat ve derin uyuyarak geçirmek, kendini bitirmek yerine, kimseye yakalanmadan, uyuyarak dünyadan kaçmak kimler içindir?

Bu Dünyaca ünlü üç Filozof da bize ‘’cahil kalın, bırakın Dünya istediği gibi dönsün, değiştirebileceğiniz hiçbir şey yok.’’

Demek mi istiyorlar?

Bunlar üzerinde düşünürken;  

İnsan, zayıflığı nedeniyle değiştiremeyeceği tüm şeyler bağlamında, kendi özgürlük ve masumiyetini sonuna kadar içinde taşımayı ve bunu nereden öğreneceğini nasıl bilecek?

Sorusunu sormadan edemiyorum.

Biz kendi özümüze bağlı şekilde yükselirken, dallarımızı çevredeki doğa varlıklarının da yaşama ihtiyacı olduğunu gözeterek yönlendirme becerimize mi özgürlük adını vereceğiz?

Ve böylece masumiyetimizi de omuzlarımıza yüklenmiş mi olacağız?

Görüp, bilerek, anlayarak, farkında olarak insan nasıl susar ve gece nasıl uyur?

Bu özgünlükleri, farklılıkları kazanmak için hangi yollardan geçmeli?

Çekilecekse hangi acılar çekilmeli ve sonunda mutlak özgürlük ve masumiyet yıldızlarını alnımıza mühürleyecek gerçekten sağlam tartan bir hakkaniyet terazisi var mı?

Bu terazinin başında kim bulunur?

Biz birer birey olarak tanıdığımız bir insan için kısa bir süreçte, ‘’bu iyi bir insandır.’’ Ya da, ‘’Bu insan çok kötüdür.’’  Değerlendirmesini yapabilir miyiz?

Çok sordum farkındayım.

Ama daha sorulacak o kadar çok soru var ki;

Yan yana dikilmiş iki fidanın dallarını birbirine kendi özlerine ve konumlarına uyumlanarak yukarıya doğru yükselmelerine ‘’özgürlük budur’’ diyebilir miyiz?

İç özgürlüğümüzün devletin konusu olup olmayacağı, olursa kontrolcü, totaliter rejimlerle karşı karşıya olduğumuzu anlamamız gerektiğini,

Devlet denilen olgunun, insanlarının başkalarına karşı güvenliğini muhafaza etmek ve kendi hayatlarında nasıl yaşayacaklarını öğretmek olmadığını nasıl anlatacağız insanlara?

Bunu anlatmayı deneyen insanlar oldu mu? Bunu nasıl yaptılar?

Kendi araştırmama göre geçmişte, örneğin resim yoluyla bu farkındalığı bize vermeye çalışan ressamlar olduğunu fark ettim.

Sanat tarihiyle az da olsa ilgilenen birisi olarak, hayretle gördüm ki, gerçekten de bir resim yaparak ve adından kendi ölümünden sonra yıllarca söz ettirebilen, ne yazık ki, vefatından sonra ünlenmiş ressamlar bulunuyor.

İşte insanoğlu bu muhteşem ve mesaj veren resimleri anlamaya çalışırken – anladığını söylemiyorum henüz -  nasıl olacak da kendi içinde bilmezmiş, anlamazmış gibi yapacak, susacak ve akşam başını yastığına koyduğunda mışıl mışıl uyuyacak?

**

Flaman ressam, Pieter Brueghel, ( 1525 – 9 Eylül 1569 Brüksel Belçika.) 43 Yaşında tamamladığı

‘’Körün Kıssası’’ ya da ‘’Körlerin Yürüyüşü’’ (Parabel Van de Blinden) isimli resminde;

( Museoe Gallerie Nazionale di Capodimonte, Naples İtalya. Tarihi resim. Alegorik, Kuzey Rönesansı, Zamklı Boya, Tuval.)  





 

Bir Pazar günü kiliseye ibadete gelen insanlardan yardım toplamak için bir araya gelmiş altı görme engellinin, birbirlerini kaybetmemek için ellerinde tuttukları sopalarla bağlanarak ilerleyişlerini, en öndeki körün önündeki çukura düşüşünü ve ardından diğerlerinin de bu çukura düşmeye yönlendiğini gösteren resimde;  

Hollanda'nın Brabant bölgesindeki düzlükteki talihsiz toplu düşüşü görüyoruz.





Grubun en önündeki kişi, müzik çalarken geride kalanlar insanlardan sadaka dileniyorlar. 

Bu resmi fiziksel körlükten toplumsal körlüğe geçiş, kör bir liderin kendi toplumunu nasıl bir çukura sürükleyebileceğinin göstergesi olarak gören eleştirmenler de var.

Ayrıca son dönemde Hristiyanlığın düşüşü olarak değerlendirenler de.

Bize bu hikayeyi düşündüren ressamın ta kendisi.

Çünkü en öndeki figür düşünce elindeki müzik aletini de düşürüyor ve arka plandaki kilise oldukça dikkat çekici.

Perspektif açısından daha geri planda ve daha küçük resmedilmesi gerekirken, kilisenin konumu tam olarak bakış açımız içerisinde.

Körler grubuna bakarken kiliseyi de görebiliyoruz. Ayrıca kilise, önden düşen körlerle henüz düşmemiş diğer körler arasına çizilmiş.

Acaba bu bize diğer körlerin kurtulabilme umudunu mu ifade ediyor?

Ve arka planda ağaçlar, yeşillikler, tepeler ve evler birbirleri içine geçerek resmedilirken, kilisenin sınırları hepsinden ayrılıyor, üstelik hiç hayal bile etmeyeceğimiz dikkat çekici grilikte.

Brueghel'in bu tablosu, düşüşün gidişatını tasvir etme girişimini temsil ediyor. İnsanları soldan sağa doğru izlediğimizde hemen hemen benzer sopaları tutarak birlikte ilerlediklerini ve belirsizliğin yavaş yavaş dehşete/korkuya dönüştüğünü görüyoruz.

En önde bulunan kişi çukura düşüp yuvarlanmış, hemen arkasındaki onun üzerine düşmek üzere ama görünüşe bakılırsa bu durum geride kalanları pek etkilememiş. Ressamımız burada müthiş bir ivmeyi resmetmiş.

Resim, bu açıdan alegorik resim özelliği taşıyor.

Peki nedir bu? Bir öykü, bir düşünce, bir davranış ya da kavramın figüratif bir simge halinde betimlendiği bir resim türüdür alegorik resim.

Alegorik resimde çoğunlukla soyut kavramlar kişileştirilerek doğada olmayan bir biçimde sunulurlar.

Ayrıca tablo aynı zamanda tarihi resmin de tüm özelliklerini taşıdığı için o kategoriye de girebilir.

O dönemlerde popüler olan kalvinist öğretiye göre, körlük bir tür cezaydı: Tanrının bu ızdıraba çarptırdığı kişilerin, çeşitli nedenlerden dolayı bu durumu hak ettiğine inanılırdı. Resimde birbirini takip ederek ilerleyen grup, önlerindeki çukura doğru gitmekte olduklarından habersizdir.

Çok fazla detaya girerek okuyucuyu sıkmak istemiyorum ama dikkat çekmek istediğim, resmin ikinci ve yakın plan görselinde değerli ressamımız, diğer bazı mesaj vermek isteyen ressamlar gibi bize çok net ve dikkatli bakılmadıkça görülemeyecek saflığın ve çekilen acılardan sonra gelebilecek müjdenin ve belki de kurtuluşun simgesini yerleştirmiş.

Bunu tüm okuyucularımdan dikkatle bakıp görmelerini rica ediyorum.

Düşmekte olan körün hemen yakınına yerleştirilmiş bir sembol.

Nedir o görebiliyor musunuz?






Tüm resmin özetini bir sembolle izah edebilmek ve onu yaptığı resmin en görülmeyecek yerine, biraz da karanlık kısmına yerleştirmek çok büyük ustalık olsa gerek.

Biz, yani izleyici resmin geneline baktığında az sonra olacakları görebiliyoruz. İkinci figür hatta belki üçüncü figür tökezleyerek, grubun başında yürüyen ve çoktan çukura düşen adamın üzerine düşüp resmin ve manzaranın bütün sakinliğini bozacaklar.

Bunu aklımızla anlayabiliyor ve görebiliyoruz.

Çukurun üst tarafında, düşmekte olan körün hemen yakınında görülen zambak ise, genelde saflığın ve çekilen acıdan sonra gelen müjdenin hatta kurtuluşun simgesi olarak değerlendiriliyor.

Ancak Brueghel'in resimde bu zambakla körlerin kurtuluşunu ima edip etmediğine dair kesin bir şey söylenemiyor.

Siz ne düşündünüz?

**

 

İzninizle size yine saflığın ve özgürlüğün ifadesi olarak gösterebileceğim, anlatabileceğim ikinci bir resimden daha söz edeyim.

Wincent Willem Van Gogh; (30 Mart 1853 – 29 Temmuz 1890 Zundert, Hollanda.






Sanat Tarihinin en tanınmış ve en etkili şahsiyetlerinden biridir. On yıl içerisinde aralarında 860 yağlı boya tablonun da yer aldığı 2100 kadar resim ce çizim çalışması üretti.

1888’de psikolojik rahatsızlıklarının iyiden iyiye arttığı biliniyor. Kendi rızasıyla Arles yakınlarındaki St. Paul Akıl hastanesine yatırıldı.

O dönemde kardeşi Theo tarafından kendisine Gustave Dor’e’nin bir gravürü incelemesi için gönderildi.





Bu gravürde Dor’e, bir hapishane avlusunun yüksek duvarları içinde kalan dar avluda, sıralanmış ve dönerek volta atan mahkumları göstermişti.

Gogh, bu gravürü kendine has ve başka bir görüş tarzı ile ruhundaki fırtınaları ve içsel çatışmaları yansıtarak yeniden resmetti.

1890 yılında, resmedilen bu eserde, gri tuğlalarla çevrili dar bir avluda dönen mahkumların her biri, hayatın tekdüze döngüsü ve insan ruhunun derinliklerindeki çaresizlik hissini somutlaştırıyor. Tablo adı:

‘’Tutuklular Çemberi.’’ ( Die Runde der Gefangenen )

( The Prisoners Round) ( Prisoners Exercising )

80x64 cm ebadındaki Tuval üzerine yağlı boya tablo, Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde sergileniyor.

Bu tabloya baktığınızda Ünlü ressamın intiharından önceki iç sıkıntısına sizi ortak ettiğini görüyorsunuz. 






Mavi yeşil tonlarının hakim olduğu resimde, yüksek duvarlar içindeki hapishane avlusunda dönen mahkumları görüyoruz.

Kendisini bu mahkumların tam ortasında şapka takmamış tek adam ve

Sıkışıp kaldığı kısır döngünün ortasında her şeyin farkında olan ama hiçbir şeyi değiştiremeyen biri olarak çizmiş.

Bunların yanında hepimizi hayrete düşürecek şekilde, sizden de ricam resmin üst taraflarında dikkatle incelendiğinde, uçan iki beyaz kelebek konulmuş.

Bu iki kelebek, Van Gogh’un ‘’Bahar’’ isimli tablosunda da resmedilmiş ancak Tutuklular Çemberindeki kelebekleri uzaklaşırken görüyoruz.

Mahkumlarla aynı yerde olan ve giderek uzaklaşan kelebekleri masumiyetin yitirilmesi olarak yorumlayabilir miyiz?

Van Gogh bu tabloyu yaptıktan kısa bir süre sonra hayatına son veriyor.

Şu anda Dünyanın en ünlü ressamlarından biri olarak bilinse de, hayatı boyunca sadece bir tablosu satıldı.

İntihar ettiğinde 37 yaşındaydı ve Tutuklular Çemberi tablosunda da 37 adam bulunuyor.

Sizce 37 adamın, kelebeklerin ve bir şeyler anlatmak ister gibi tablonun tam ortasında bize bakan adamın anlamı neydi?

 

   Bir gün ölüm bizi başka bir yıldıza götürecek.  ( Vincent Van Gogh.)

 

 

Bizim de bireyler olarak, yaşamımızın belli bir döneminde bizi bir yerlere çekip götüren savuran ve tekrar geri gönderen yaşam serüvenimizde,

Acaba bizi anlatan bir sembol düşünmemiz, bunu anlatmamız istenseydi,  düşündüğümüz bu sembolü hayalimizde kendi eserimiz olan tablomuzun – oturup gerçek bir tablo yaratın demiyorum – hangi noktasına koyardık acaba?

Demek istiyorum ki, belirlediğiniz özgürlük ve masumiyet sembolünüzü önce hayali tuvaliniz üzerindeki kendi tercihinize göre seçilmiş ölçüler, renkler, resmi yapma tekniği ile hayalinizde oluşturduğunuz kendi tablonuzun neresine, neden koyardınız?   

Özgürlüğümüz ve iç saflığımız ile masumiyetimiz adına dünyada bulunan ve canlı olan hangi çiçeği, böceği, hayvanı, ağacı değerli ya da değersiz ama mutlak özgürlük ve masumiyet ifadesi olan ve nefes alan neyi seçerdik tablomuzun bir köşesine koymak için?   

Neyi seçerdiniz?

**

Bu satırları okuyan, okuyamayan tüm insanların ve insanlığın eksiksiz tamamının,

İki Bin Yirmi Beş Yılının,

Yılımızın;   

Hayatlarındaki, hayatımızdaki en güzel, özgürlük ve masumiyetimizi ifade etmesi adına en parlak, en doğru sembolü bulmanıza yardımcı olmasını dilerken,

Alın yazılarınızın rüzgarın getirdiği çöplerle değil, altın harflerle yazılmış olmasını dilerim.

 

Saygılarımla.

 

ÖZDENER GÜLERYÜZ.

 

 

 

 

 

                                

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

  1. Öncelikle: "Cahil kalın, bırakın Dünya istediği gibi dönsün, değiştirebileceğiniz bir şey yok" görüşlerini ortaya atan filozofların düşüncelerine kesinlikle katılmıyorum.
    Neden mi?
    Buna en güzel örnek olarak Türk Milletini bataklıktan kurtaran Yüce Atatürk'ün Muhteşem dehasında görüyoruz.
    Cahiliye devrinden aşamalı olarak kültür toplumlarına geçilmiştir. Ancak aydın veya yarı aydınlanmış toplumların cahiliye devrine dönüşleri zordur.
    Gerçi yaşadığımız çağda yarı aydınlanmış toplumlardan cahiliye toplumuna geçişlerde oluyor. Örnek İran ve son olarak ta Afganistan. Tabii ki bu durum sadece cahil kalmayı isteyen, sözde şeriat devleti olduklarını iddia eden ay Q sü düşük toplumlara özel bir durum olsa gerek.
    Günümüzden 455 yıl önce ölmüş Rönesans'ın ressamlarından Flaman (Hollandalı) Pieter Brueghel eserinde ortaçağın zulmünden günü gelince kurtulacaklarının mesajını çok güzel vermiştir.
    Tabii ki ortaçağ karanlığında zulüm altında yaşayan Avrupa nın bütün toplumlarında Rönesans ve Reforum hareketleri başladıktan sonra; Hristiyanlık dininde de reforum hareketlerini başlatan Marten Luther orta çağın Almanyasında Protestanlık mezhebini kurduktan sonra Gerek Almanya ve gerekse diğer Avrupa ülkelerinde hızla aydınlanan toplumlar kademe kademe kültür toplumlarına geçiş yapmışlardır.
    Fakat ne yazık ki Avrupa toplumlarının günümüzden 500 yıl gibi bir zaman önce başlattıkları Rönesans ve Reforum hareketlerinin üzerinden uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen İslamiyet te reform hareketi olmamıştır, veya oldurulmamıştır.
    Bu sebepten dolayıdır ki İslam ülkeleri uzay çağında medeni toplumlardan çok geri kalmıştır.
    Makalenizi diğerlerinde de olduğu gibi zevkle okudum. Daha çok detaya da girebilirdim, fakat uzun olunca da konu başka yönlere doğru da geçebiliyor. Bu sebeple bu kez yorumu biraz kısa yaptım.
    Yeni yıla girdiğimiz bu günlerde size ve bütün Aile efradınıza sağlıklı yaşam içinde ve güzel işler ile dolu bir yıl diliyorum.
    Selam ve sevgilerimle.
    Murat Severcan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Murat bey kardeşim; Detaylı güzel yorumunuz her zamanki gibi mutlu etti beni. Çok teşekkürler. Bu yazımda öz olarak içimizde bir yerlerde insanlar olarak, tüm insanlık olarak hayat şartlarımız ne olursa olsun, Özgürlük ve Masumiyet olgularını taşıyor olduğumuzu vurgulamaktı. Sanat tarihine baktığımızda da çok değerli Rönesans sanatçıları ve bazı diğer görsel sanatlarda sanatçıların gizliden gizliye mutlaka bir mesaja meyilli olduklarını görmekte olduğumuz gerçeğiydi. Tekrar teşekkürler.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇİNİZDE ŞARKI SÖYLEYEN VEYA DÜŞÜNEN ÖZ, HALA YILDIZLARI UZAYA DAĞITAN O İLK AN'IN İÇİNDE DEVİNİYOR MU?

PARADİSE LOST- SMYRNA 1922. '' YARALARI KİM DÜŞÜNÜR, ÖLSEM NE GAM!'' : YÜZBAŞI ŞERAFETTİN, 9 EYLÜL 1922