PARADİSE LOST- SMYRNA 1922. '' YARALARI KİM DÜŞÜNÜR, ÖLSEM NE GAM!'' : YÜZBAŞI ŞERAFETTİN, 9 EYLÜL 1922



 

 

 

       Pat patları balıkçı motorlarının, çökmeden henüz gece, okşamadan henüz yüzümü, hafif rüzgar,

Yine o kıyı ve parlak ışıklar.

Ve deniz.

Ve kıpırtılar.

Kıyının ahengini, iç ahengimle eş yapıyorum.

Ezgiler hafif.

Dinlemedeyim, eski bir İzmir gecesini.

Kumsalın hafif, uyumlu, egzotik sesi, bir hüseyni şarkıya sarmalanmış gibi.  

Uzaklardan ve eskilerden geliyor.

Ses Müzeyyen hanımın sesine benziyor.

**

Geçti sevdalarla ömrüm.

İhtiyar oldum bugün,

Ak pak olmuş saçlarımla,

Bi karar oldum bu gün.

**

Cevaplamıyorum henüz uykunun çağrısını.

Gün bitmiş ama yinede de bitmemiş gün.

Günün sesleri, akşamın esintili karanlığında, uğuldamalara denizden ve karadan karışmakta.

Uyku beni çağırıyor.

Adımlarım bilinçsiz, düzensiz, sabırsız.

Bitmemiş günün uğuldaması, gitmiş aydınlığın iç huzursuzluğuna öykünmekte içimde.

Bir uğuldama ki, huzursuz ve aceleci bekleşen, aldıkları kutsal görevle yürekleri kıpır kıpır, atlarının üzerinde yerlerinde duramayan bir an önce, o ümit dolu hedefe Belkahve, Bornova sırtını rüzgar gibi geçip, ormanı, bodur çalıları, tepeleri aşıp düze inmek ve o kendilerini içten çağıran kutsal ve muhteşem, beklendikleri, özledikleri güzel şehrin caddelerine hızla dalmak ve Türk bayrağını layık olduğu yere asmak isteyen seçkin, kahraman süvarilerin yürek atışlarını duyuyorum uğultular içinde. 

**

Çılgın Türklerin verdiği onurlu savaşın artık o muhteşem günde sonlandığı, denizin bile farklı çalkalandığı, yolcularını beklediği ve selamlamak için dalgalarını yükselttiği o gün.

O öylesine bir gündür ki, gururunuz sizi çok yüceltir, onurlandırır, hatta ağlatır bile.

Fahrettin Altay Paşa’ya bağlı süvari birlikleri, Bel kahve sırtlarından İzmir yönüne doğru hızla inmeye başlamışlardır.

O sabah 9 Eylül 1922 gününün altın şafaklı, esintili, mutlu sabahıdır.

O an, bir onurlu savaşın bitiş anının habercisidir.

Yüzbaşı Şerafettin ve arkadaşlarının ellerinde, İzmir Hükümet Konağı balkonunda dalgalanan Türk Bayrağı, Tüm dünyaya yeni bir dönemin başladığını haykırmaktadır.

 

 

**

 

    YÜZBAŞI ŞERAFETTİN

 

1889 yılında İstanbul da doğan Yüzbaşı Şerafettin, 1906 da Harp Okuluna girmiş, 1909'da subay olarak mezun olmuştur.

Şerafettin Bey, 1913'te üsteğmen, 1917'de yüzbaşı olmuş, 1922 de İzmir’in kurtarılışından sonra binbaşılığa getirilmiştir.

Kurtuluş savaşından önce, Balkan ve Birinci Dünya savaşlarına katılmıştır.

Adını ise Sabuncubeli muharebelerinde bu muharebe sonrasında gerçekleştirilen Bornova’nın ve İzmir’in kurtarılışında duyurdu.

**




 

**

 

   7 Ocak 1922 de Ankara’ya gelen ve Mustafa Kemal tarafından kabul edilen Buhara Halk Sovyetler Cumhuriyeti elçisinin getirdiği hediyeler içerisinde üç adet kılıç bulunmaktadır.

Bu kılıçlardan biri Mustafa Kemal’e, diğeri Batı Cephesi kumandanı İsmet Paşa’ya, Diğeri ise ‘’İzmir Fatihi’’ dedikleri İzmir’e ilk girecek subaya verilmek üzere getirilmişti.

Bu kılıçlar Batı Cephesi Komutanlığı emrine alınmıştı.

Başkomutan, Meclis kürsüsünden bunu usluna duyurdu.

Bu sırada Beyrut Eşrafından Misbah Efendi de, aynı amaçla 500 altın lira ödül koydu.

İzmir’in işgalinden sonra, yüreklerde oluşan İzmir özlemi ve kenti kurtarma arzusu, toplumsal mitosa dönüştü.

Ordudaki subay ve erler arasında büyük bir heyecan seli yarattı. İzmir’e ulaşma düşü, yüreklerde kabarmış alevden bir topa dönüştü.

30 Ağustos günü düşmanın ana unsurlarının yok edilmesinin ardından Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın ‘’Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir.’’ Tarihi emrini alan ordu, İzmir’e akarken, İkinci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki Soydemir, öncü olarak Birinci Süvari Alayını görevlendirdi.

Öncülerin öncüsü olma görevi de İkinci Süvari tümeninin 4. Alayında Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin’e verildi.

Yüzbaşı Şerafettin’in özel arşivinde, bu anı:

‘’Anlatılmaz bir hızla mesafeleri aşıyor, İzmir’e doğru uçuyorduk. Kaçan düşman, köyleri kasabaları yakıyor, intikamını sivil halktan alıyordu.

Adım başı rastladığımız yürekler acısı manzara, hızımızı büsbütün arttırıyordu.’’ diye anlatmıştır.

**

9 Eylül sabahı 09.00’da Bornova’ya giren genç Yüzbaşı, Halkapınar’a doğru yürüdü.

Bir anda müfreze bir fabrikadan ateş yağmuruna tutuldu.

Burada Şehit verilen 4 erin, başları İzmir’e dönük öldüğü söylenir.

(İstiklal –Halkapınar-  Şehitliği. Ruhları Şad olsun.)

Müfreze yürüyüşüne devam etti.

Yönünü Alsancak’a çevirdi, 80 kişilik kuvvetle şehre akmaya başladı.

Müfrezesinin başında kente saat 10.30 da giren Yüzbaşı Şerafettin, Kordon’a kurşun ve şarapnel yağmuru altında 40 askerini kaybederek ulaştı.

Süvariler, dörtnala Kordon boyundan Pasaport iskelesine geldiklerinde, bir Rum’un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafettin’in atının önünde patladı.

Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden yüzbaşı, parçalanan atını değiştirerek, yoluna devam etti. Hükümet Konağı’nın önündeyse makineli tüfek ateşiyle karşılaşan Yüzbaşı Şerafettin’i göğsüne isabet eden mermiler de durduramadı.

Atından inen Şerafettin Bey, bir gencin uzattığı Türk Bayrağını alıp, görevi tamamladı.

15 Mayıs 1919 ‘da İzmir’in işgaliyle başlanılan nokta, 3 yıl 3 ay, 24 gün sonra 9 Eylül 1922’de kurtuluşuna mekan oldu.

Balkona çıktığında göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin o dakikaları, ‘’Yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir’i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya.’’ diye anlatacaktı.

Belkahve'den tarihi günü izleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Fevzi ve İsmet Paşalarla,10 Eylül sabahı İzmir’e gelişi muhteşem oldu. Kent adeta ayağa kalktı. İzmir’e gelişinden iki gün sonra Başkomutan, Şerafettin Yüzbaşıya ‘’İzmir’’ adını verdi. Genç subay, soyadı kanununun çıkmasından sonra İzmir’i kullandı.

Büyük Kurtarıcı, kılıcı da 15 Eylül’de Yüzbaşı Şerafettin’e verdi.

 

     ŞERAFETTİN İZMİR’İN KILICI KAYBOLUYOR

Emekliye ayrıldığında İstanbul’a yerleşen Şerafettin İzmir, 6 Kasım 1951 yılında vefat eder. Eşi, Siret Hanım, "üçüncü kılıcı" İzmir'de açılması planlanan İnkılap Müzesine verilmek üzere İstanbul Valiliğine verdi. Ancak bu kılıcın izine bir daha ulaşılamadı.

**




**






        


          PARADİSE LOST  - SMYRNA 1922.  (İNG. GAZETECİ GİLES MİLTON)

 

‘’Türk Süvarilerinin at üzerinde rıhtım boyunca yürüyüşü görülmesi gereken bir gösteriydi. Biniciler eyerlerinin üzerinde dimdik oturmuşlardı. Palaları, açıkta güneşin altında pırıl pırıl parlıyordu.

Başlarında ay ve yıldızla işlenmiş siyah Çerkez fesleri vardı. İlerledikçe ‘’KORKMA! KORKMA!’’ diye bağırıyorlardı.’’




Bu satırları okuyan bir Türk insanının, az çok İzmir’in kurtuluş savaşı sonunda, Türk ordusunun İzmir’e girişini en azından her 9 Eylül’de tekrarlanışını ve Türk Süvarisinin İzmir’e girişini canlandırıldığı sahneleri gören kim olursa olsun, bu günün 9 Eylül 1922 olduğunu bilir ve anlar mutlaka.

Diyor ki Milton; ‘’Gün boyunca Smyrna nefesini tuttu. Türk topraklarında, İngiltere ve diğer batılı güçlerin askeri ve politikYönden desteklediği Yunanistan’la üç yıl süren vahşi bir savaşın sonunda, Türk süvarileri, zaferle şehre giriyordu.’’

O zamanlar, İzmir’deki Yunan nüfusu Atina'dakinin iki katıydı.

Bizans’a dayalı köklerden kalanlar şehrin dört bir yanına yayılmıştı.

Mumla aydınlanan kiliselerde Ortodoks papazlar ikinci yüzyılda burada şehit olan St. Polycarp’ın ruhu için ağıtlar yakardı.

Daha o zaman bile Smyrna’nın eksiksiz bir Hristiyan soy ağacı vardı.

Kutsal St. John tarafından Küçük Asya’nın yedi kilisesinden biri olarak adlandırılmıştı.

1922 ‘de şehrin Hristiyan nüfusunu oluşturanlar arasında Yunanlılar, Ermeniler, Levantenler, Avrupalılar ve Amerikalılar vardı.

Buna rağmen Türk ordusuna hiç direniş olmamıştı. Smyrna uzun zamandır bir ‘’TOLERANS’’ simgesiydi. Benzer görüşte ve yaşamları birbirine geçmiş farklı milliyetlerden halklara ev sahipliği yapmıştı.

Smyrna’da yaşayan Amerikalılar buranın adını ‘’CENNET’’ koymuşlardı. Bu şaşılacak bir durum değildi; burada hayat önyargıdan uzaktı.Amerikalıların ülkelerinin her tarafında hissedilen yobazlıktan kaçmak için bir Müslüman şehrine gelmek zorunda olmaları birçok kişi tarafından ironik bulunuyordu.

O gün öğleye doğru, nüfus rahat bir nefes aldı.

Felaket tahminlerinin yanlış olduğu açıktı. Smyrna kurtulmuştu.

Büyük Levanten hanedanlarının malikanelerinin bulunduğu sakin bir varoş olan Bornova’da (Bournobat) yaşayan çoğu insan, panik duygusunun başından beri büyütüldüğünü düşünüyordu.,

**




**

   

    YUNANLILARIN MEZALİMİ: SMYRNA YANIYOR

 

Bu değerlendirmeleri izleyen iki hafta içinde ise yaşananlar, 20. yüzyılın en trajik dramlarından biri olarak tarihe geçmeli.

Farklı milletlerden erkek, kadın ve çocukların oluşturduğu masum siviller dünyanın hiç görmediği boyutta bir insanlık dramı ile karşı karşıya kaldı.  

Şehrin tüm nüfusu yanlış bir politikanın kurbanı oldu.

Amerikan Konsolosu George Horton öyle dehşet sahnelerine tanık oldu ki; o görüntüleri ölene kadar unutamayacaktı.

‘’Smyrna’dan bana geriye kalan, insan ırkına mensup olduğum için duyduğum utançtır’’ diye yazacaktı..

New York Times başlığı kısa ve özdü. ‘’Smyrna yeryüzünden silindi’’ diyordu. Abartı değil, sadece durum bildirir bir başlıktı.

Smyrna’nın yok edilişinden sonra oluşan daha da büyük krizi hiç kimse önleyemedi.

Neredeyse iki milyon kişi kendilerini öyle bir destansı felaketin ortasında buldular ki; bu felaketin şok dalgaları Avrupa ve Amerika’ya kadar ulaştı. Ve iki hükümetin düşmesine neden oldu.

Aileler atalarının yaşadığı evlerden zorla çıkarılırken Küçük Asya’daki 2000 yıllık Hristiyan uygarlığı ani bir sona yaklaşıyordu.

Atatürk’ün modern Türkiye Cumhuriyeti canlı ve yeni bir ülke olarak Smyrna’nın küllerinden doğuyordu.

1922 Eylülünün olayları hızla tarih sayfaları arasındaki yerini aldı.

Ama hepsi doksanlı yaşlarda olan bir avuç insan bugün de Smyrna’nın yok oluşunu hala her gün hatırlamaya devam ediyor.

 

Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

 

ÖZDENER GÜLERYÜZ

 

Kaynakça: Arı Kemal – Prof. Dr. (Üçüncü Kılıç).

           Milton Giles – Gazeteci (İng.) ( Paradise Lost – Smyrna 1922. – Kayıp Cennet – Smyrna 1922. )

 

 

 

Yorumlar

  1. Harika bir özet olmuş, hızlıca o günleri yaşadım. Elinize sağlık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇİNİZDE ŞARKI SÖYLEYEN VEYA DÜŞÜNEN ÖZ, HALA YILDIZLARI UZAYA DAĞITAN O İLK AN'IN İÇİNDE DEVİNİYOR MU?

BİREYSEL KÖRLÜKTEN TOPLUMSAL KÖRLÜĞE GEÇİŞİMİZDE ; ''ÖZGÜRLÜK '' VE ''MASUMİYET'' SEMBOLLERİMİZİ ARAMA GİRİŞİMLERİMİZ ÜZERİNE.