YALNIZLAŞIYORUZ KOŞAR ADIM İNSAN KARDEŞLERİM; DUYAMIYORUZ DÜNYAYI, PEK ÇOK YERİNDE DÖVÜŞÜRKEN İNSANLAR.
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim.
Ne bir ortak sevinciniz
kaldı sizi çoğaltacak
Ne bir içten dostunuz
var acınızı alacak.
Unuttunuz, nicedir
paylaşmanın mutluluğunu;
Toprağı, rüzgârı, denizi, göğü.
Küresel dünyada, yaşadığımız son günlerin bize düşündürdüğü,
kesin anlamamız gereken mesajlar içeriğinde;
Bireysel ve genel anlamda, tüm insanlarda çok azaldığına
inandığım, içsel yaşam arzusu, yaşamdan tat alamama, nefes aldığımız, üzerinde
yaşadığımız mavi gezegenin sahip olduğu tüm güzellikleri görme, bilme ama
koruyamamanın getirdiği sonuçlar ile insanın ta baştan itibaren layık olduğu,
ait olduğu gezegeninde rahat, huzurlu yaşayabilme hakkının çok azaldığını (
azaltıldığını ) düşünüyorum.
Özellikle de iki bin yirmi dört yılı, ikinci yarısından itibaren
tüm astrolojik haritalara bakıldığında, her bireyin ayrıca da bağlı olarak
insanlığın büyük değişim, dönüşüm etkileşimi içinde olduğu görüyoruz.
Tüm dünyada iklim değişiklikleri nedeniyle, ülkelerin mevcut
konumlarına göre hava sıcaklıkları sert, ani değişikliklerle fırtınalara, iri
dolu yağışlarına, sellere ve çok yüksek nem oranlarıyla insan sağlığını tehdit
edecek şekilde dayanılmaz sıcaklık derecelerine ulaşmakta.
Ülkemiz, bu iklim değişiklikleri nedeniyle, geçmiş ve mevcut
yönetim kadrolarının bu konularda bilgi sahibi olmaması ilave olarak da,
ihmaller zinciriyle birlikte görevlerin kötüye kullanılması sebebiyle gittikçe
çölleşme, buna bağlı olarak her yıl daha çok ısınma ve mevsimsel normal doğa
hareketleri yerini ani değişimlere bırakıyor.
Kaldı ki, sözünü ettiğim konu, ülkemizin gerçek anlamda
ağırlaşan, ağırlaştırılan diğer yaşamsal önceliği olan konular arasında pek de
ön sıraları alamıyor.
Ülke insanı gittikçe daha çok etkilenerek kendi içine kapanıyor,
dertlerini paylaşacak yakın arkadaşlarından bile uzaklaşıyor, uygulanan ekonomi
politikaları nedeniyle çok büyük bir kesimi markete, çarşıya çıkamaz hale
geliyor.
Eskiden olduğu gibi, bizi çoğaltan ortak sevinç nedenlerimizle,
dostlarımızda, arkadaşlarımızda azalmalar olduğu, bireylerin kendi içlerine
doğru geriye çekildikleri, ekonomik koşullar nedeniyle elde ettiklerimizle
yetinerek dışarıya pek ışık sızdırmadan, sır vermeden,
Hatta bir araya geldiğimizde, gayet samimi konuşan ve
gülümsemelerle kendi sırlarını gizleyerek ortak bazı konularda sohbet edebilme,
bu yolla da sosyalleşebilme özelliği kazanan insanların, kendileriyle
kaldıklarında sorunlarını içlerinde yaşadıklarını, gizlendiklerini görüyoruz.
Acımızı alacak gerçek arkadaşlar, dostlar azalmış görünüyor
günümüzde.
Toprak, deniz, gökyüzü artık bizleri bir araya getirmiyor gibi.
Artık bu durum öyle bir hal aldı ki, insanlar düğünlerini, cenazelerini bile az insanla, masrafsız halledip tekrar içlerine kapanıyorlar.
**
Haziran ve Temmuz aylarının özellikle de ülkemizde iki dolunay arası sürecin bireysel, ülkesel hatta küresel anlamda epeyce hareketli, yıkıcı, değişken, bazı ülke liderleri açısından pek de hayırlı olmayacağı, dünyamızın epeyce karışık süreçlere doğru yol alacağı üçüncü dünya savaşının ihtimal dahilinde olduğu vurgulanırken çok kısa sürede gördük ki;
Amerikan seçimleri yaklaşırken bir adaya suikast yapıldı,
ardından da karşı tarafın adayı mevcut başkan aday olmaktan feragat etti. Yani
vurulan değil, vurulmayan düştü.
**
Tahranda, İran’ın misafirinin, iki bin km ötedeki bir devlet
tarafından, nokta atışı diyebileceğimiz, (tahminen, başka bir devletteki ABD
üssünden kalkan bir tanker uçaktan hava ikmali yapan, radara yakalanmama
özelliği olan, F35 ile) tek atışla öldürülmesi olayı;
Onca korumaya ve istihbarat bilgisine rağmen İran’ı rezil edip
utanç içinde bırakmaktan öte, İran’ın savaşın içine çekilme nedeni olabilir mi?
**
Hemen yakınımızda büyük bir bölgeyi kapsayacak korkunç bir
savaşın başlaması an meselesi sanki.
En önemlisi bu durum bizi ne kadar etkiler?
Daha büyük göç dalgasına maruz kalır mıyız?
Bizi, daha fazla daha büyük göçlerle mi birbirimize düşürüp
zayıflatacaklar?
Sadece bu olaylar bile dünya ve ülkemiz insanının kafasının
karışmasına yetmez mi?
**
Bu arada bizim de İsrail’e girme isteğimiz kursağımızda kaldı
gibi.
Olay birden zaman aşımına uğradı.
Sözlerimize ‘’ van münit’’ etkisi beklerken, sınırımız dahi olmayan
ülkelere sözde girişler fantezisini içimizde yaşatıyoruz.
Tüm dünyayı saracak bir savaşa açık çağrı mı yapılıyor?
Amerika’da çekilen adayın ardından yardımcısı, güçlü bir savcı
ve de kadın olan bir adaya sıra geliyor, ancak aynı partiden eski başkanlardan
birinin eşinin de başkan adayı olmak istediği konuşulurken, sosyal medyada eski
başkan ve eşi telefonla arayarak kadın başkan adayını desteklerini
bildiriyorlar.
(Her ne kadar savcı falan da olsa bazı videolarda kadın adayın
adaylığı kesinleşince biraz şımarıkça ve çocukça tavırlar sergilediği de
görülüyor ama buna ‘’insanca bir davranıştır’’ diyebiliriz belki de.)
Benim burada hoşuma giden durum, mevcut başkan yardımcısı aday
olursa, bir savcı ile bir suçlu karşı karşıya gelecek ve bunların tv
tartışmaları çok zevkli olacak.
Kafamız karışıyor ama zaman her şeyin ilacı derler ya bekleyip
göreceğiz.
Ancak ardı ardına meydana gelen zincire bakarsak kesin bir kurgu
görüyoruz.
İşte ben bu kurguyu kuranları görmek, anlayabilmek istiyorum.
Bunlar dünyada bulunan toplam parayı elinde bulunduran güçler (
aileler ) mi sizce?
Ayrıca da dünyada bir yerlerde savaşlar olmaz ise silah
üretimine trilyon dolarlar yatıran uluslararası silah üreticileri ve tacirleri
af edersiniz, nasıl geçinecekler değil mi?
Bu içinde bulunduğumuz durum onların ağızlarının suyunu akıtıyor
mu?
Bu aslında açıkça herkes tarafından bilinen güçler, gerçekten
istedikleri zaman, geçmişte yaptıkları gibi, halk tarafından sevilen başkanın
hayatına son verebiliyorlar mı?
Bir ülkede iç karışıklığı planlamak, hükümet değişikliği,
geleceği planlama ve değiştirme gibi durumları yine o ülkenin kendi içinden
birileriyle el ele yapıyorlar mı?
Birileri bir yerlerde kütlesel olarak dünyayı farklı bir yere
sürüklemek adına oturup plan/planlar yapıyorlar mı sizce de?
**
Dünyamızı karartmak, rahatımızı kaçırmak, kardeş gibi, sınırsız,
pasaportsuz kuralsız paylaşımlarla yaşamak varken, kendini kat kat zırhlar
içinde saklayan küresel oyun kurucuların oynamak istediği oyun ne acaba?
**
İstisnasız her iklimde (koşulda) bulunan bu garip, bir yeri,
bölümü, alanı ele geçirmiş, yapışmış bırakmayanlar,
Kendi görüş ve kurallarıyla mevcut idareyi, koltuğu, parayı veya
gücü elinde sürekli tutmaya çalışan arsız ve bilgiden, insan özünden mecburen
uzak, zamanla da, bu mecburiyeti daha bir gerekli gören, sanan gözü dönmüş bazı
temsilcileri elbette insan içinde ve önemli kurum ve kuruluşlarda ortada
pervasızca, bilinçsizce konuşmaktalar.
O her zaman bir insanla
anlamlı,
Tükenmez bir hazine
gibi kendini sunan doğayı
Unuttunuz, gömülüp
günlük çıkarların
Ve ucuz korkuların kör
kuyularına.
Daraldıkça daraldı
dünyaya açılan pencereniz.
Fırlayıp ilk ışıklarıyla günün, dağınık yataklardan
Koşar adım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan
Bunlardan bazıları sokak hayvanlarına ötenazi, bazıları kurumsal
kimliğe saldırı adı altında, ülkenin temiz gazeteci, siyasetçi, hukukçularını
isim açıklayarak mahkemeye ifade verme çağrısı yaparken,
Bazıları kendi düşünce yoksunluğu çerçevesinde benliğini
kiralamış, bir gazetenin köşesinden, uçuk ve ülkemizin öz ayarlarına uymayan
kötü düşünceler yaymaktayken, ülke emeklisi pazarda, markette artık
görülmüyorken,
TÜİK adıyla anılan devlet kurumu, sözüm ona kelli felli, ciddi, doğrucu
ama yönlendirici, konumuna özel yerleştirilmiş tembihli kuklalar, yanlış ve
yalancı bir yoldaki istatistikçiler,
Yalanı ortaya çıktığında da, açıklama yapmaya mecbur kaldığında,
vücut dillerinden ve sözlerinden baştan aşağı yalan söylediği, ‘’ Her söylediğim
yalan ben bir kuklayım’’ dediği herkes tarafından basitçe anlaşılabilecek bir
noktada duruyorlar.
Doğru düşünen ülkesini seven vatanseverlerin buna nasıl dayanıp
akıllarını nasıl koruyacakları ve nasıl rahat ve huzur bulacakları kendi özünde
bunları nasıl hazmedecekleri insan aklını zorlayan bir soru.
DAHA DURUN, BİR DE
RUHBAN BAŞKANLIĞIMIZ VAR.
Orhan Pamuk’un ‘’Benim Adım Kırmızı’’ isimli kitabında, bir
‘’Kara Kitap’ tan söz edilir.
Sultan Selim Osmanlı ordusuyla, yine Türk ama Şii, alevi olan
Safevi devleti ile 23 Ağustos 1514 de İran sınırları içerisindeki Çaldıran
ovasında savaşa tutuşur ve Safevi devleti hükümdarı olan Şah İsmail geri
çekilir ve Osmanlı ordusu kesin zafer kazanır.
O tarihten sonra Selim (Yavuz) adını alır.
Orhan Pamuk’un anlatımında Selim, hükümdarı yenik düşen, kaçan
Safevi sarayına girdiğinde gözlerine inanamaz.
Aslında antik İran tarihi Türk tarihinden daha eski, kültür,
sanat, edebiyat yönüyle çok güçlüdür.
Selim’in Safevi sarayının duvarlarının muhteşem ‘’nü’’ ve doğa
resimleriyle kaplı olduğunu gördüğünde şaşkınlığa uğrar.
Kendi sarayında sadece, bir grup hattat tarafından yazılmış hat
sanatıyla süslenmiş birkaç tablo görmeye alışmış Padişah, Safevi sarayındaki bu
görsel sanat gösterisiyle sarhoş olur.
Tabloları duvarlardan indirtir ve çok dikkatli bir şekilde
onları sardırarak koruma altına alır verdiği emirle de Osmanlı sarayında çok
gizli bir yerde muhafaza edilmek üzere kendi sarayına getirir.
Selim’in tek bir korkusu vardır. ‘’Şeyhülislam!’’
Tablolar için ne diyecektir?
Kendince verdiği bir kararla bu nadide eserleri Şeyhülislama
göstermeyecektir ve çok gizli tutulacaktır.
Bu konuda tüm tedbirleri alır.
Selim kendince yaptığı bir planı uygulamaya geçirir.
Hattat başını çağırır ve gizli yerde duran resimleri ona
gösterir. Hattat başı neye uğradığını bilemez.
Der ki ona; ‘’ Bir yandan normal işlerinizi sürdüreceksiniz ama
çok çok gizli bir odada bir iki ressam (hattat) ile benim için bu tür resimler
de yapacaksınız bunları arada sırada ben istediğim zaman getireceksin ben
sizlerin neler yapabildiğinize bakacağım.
İşte o resimlerin çizildiği kitaba, ‘’Kara kitap’’ denmiş ve sadece Padişah görmüş herkesten saklanmıştır
Bizim hattatlar ne çizmiş derseniz pek de ileri gidemediklerini
doğa ve at resimleriyle sınırlı kaldığını yazabilirim.
Burada anlatılmak istenen, Osmanlıda örneğin resim sanatının
neden minyatürden öte olamadığını çok açık görüp anlıyoruz.
Bir padişah olsa bile Selim ve diğerleri, din mefhumu tarafından
o denli esir alınmış ve din gözlüğü takmış Şeyhülislam’dan o derece çekince
içindeydiler ki, Osmanlıda sanat denen şey güzel yazı (Hat), şiir ve
minyatürden ibaret kaldı.
Günümüzde dahi duvarında resim olan bir odada namaz kılınmaz,
kılınacaksa da üzeri örtülerek kılınır.
Benim vurgulamak istediğim de günümüzde dahi özgürlüklerin din
afyonu ile ne derecelerde kısıtlanabildiğidir.
Bu gün ülkemizde bütçesi korkunç rakamlarla ifade edilebilen
ruhban başkanlığı Cuma hutbesinde gençlerin evlenme yaşlarına ve daha birçok
şeye, müdahale edebilecek bir gücü kendinde bulmakta ve ne dediğinin lafının da
nereye gidebileceğinin farkında değil.
Farkında olmadığı başka şeyler de var ona bakarsanız,
Bambaşka dinsel bir sarmalda salınan ve yüzünde garip bir
maskeyle yaşanılan farklı bir gezegenin elemanı gibi.
Kurulmuş saatler gibi gün boyu çalışıp tekdüze,
Uzayan gölgelerle koşar adım dönüyorsunuz evinize.
Ne kadar uzaksa bir
felaket sizden, o kadar mutlusunuz.
Unuttunuz, başkalarının acısını duymayı.
Küçük çıkarların, büyük
kurnazları,
Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı.
Küresel dünyada geçtiğimiz günlerde, özellikle ulaşım, iletişim,
sağlık, bankacılık ve diğer ekonomi alanlarında etkili olan, bilgisayar
ekranlarında ‘’ ekranın tekrar başlatılması gerektiği’’ uyarısıyla ortaya çıkan
‘’ Mavi Ekran’’ görüntüsü dünya için bir uyarı niteliği taşıyan durum olarak
gösteriliyor.
Bu konuda en azından bir bilgi edinmek isteyenlerin ‘’Dünyayı
ardında bırak ‘’ adıyla Netfliks platformunda gösterilen filmi izlemeleri
gerektiğini söyleyebilirim.
Birkaç gün süren ve hala bazı etkileriyle de devam eden mavi
ekran durumu dünyamız için son derece tehlikeli sayılabilecek bir etkidir.
Basit bir elektrik kesintisi gibi başlayan, ardından tüm
iletişimi, interneti ve de sıra ile bağlı olarak dünyayı saran bir kaosa dönen
bu durum, basitçe anlatmak gerekirse, cebinizde nakit paranız yoksa ortalarda
kalakalacağınız bir durumdur.
Okyanusta yüzen bir büyük geminin yönünü dağlara ya da
kumsallara çevirip direk kumsala çıkması, dağa çarpması, havada uçan bir uçağın
kalabalık bir şehrin üzerine düşmesi, yollarda yürüyen elektrikli yapay zeka
araçların çarpışarak birbiri üzerine çıkması, cep telefonunuzun bir anda çöp
olması, koskoca dünyada tek başınıza, modern, muhteşem evinizde hiç kimselere
ulaşamaz, kimselerden haber alamaz duruma gelmeniz demek olan bu durumun
dünyada sonun başlangıcı olarak kabul ediliyor.
Birçok bilim adamı düşünürlere göre de geçen gün olan bu durum
bir denemeydi birileri bunu denedi ve ileride yine deneyecekler hatta günü
geldiğinde dünyayı kaosa sokmaktan da geri durmayacaklar.
(İlk planda, bize görünen sağlık, ulaşım, iletişim gibi hayati
konularda gecikmeler, belli bir süre içinde yavaşça eski haline bilinçli olarak
döndürülmüş olsa da, derinde insanlık için korkunç bir tehdit yatıyor.)
Kendini o kürsüde konuşurken gayet yetkin, bilgili, serbest
hisseden o meşhur ruhban başkanı merak ediyorum bu yazdıklarımdan haberi var
mıdır?
Küresel dünyada gelecekte 25 yaşa dayanan evlilik yaşından,
bayramda kurumuna alınacak kurban eti ve baklava ihalesi şartnamesinden daha da
ötelerde, insan evrimi, ruh güzelliği, bahsi geçen küresel kaos konularında
kısaca dünya gerçekleri hakında bizzat kendisi ne yapması, kurumunda hangi
tedbirleri alması gerektiğinden haberi var mıdır?
YAVAŞ YAVAŞ, DELİCE KOŞAR ADIM YALNIZLIKLAR
Eğer sevincimizi çoğaltacak, acımızı alacak arkadaşlarımız
etrafımızda azaldıysa ki yaşımız ilerledikçe öyle olduğunu, olacağını
düşünüyorum ben,
Doğum günümüzü sosyal medyadan kaç kişinin kutladığını her
işimizi bırakarak çetele ile saptıyor ve biz de karşılığını sadece oralardan
veriyorsak,
Kimler acaba benim bu muhteşem olağan üzeri paylaşımımı gördü de
beğenmedi ayrıca da yorum yapmadı mantığıyla sadece sosyal medya aracılığı ile
karar verirsek,
Ben o kadar derin duygularla hissederek o satırları döktürmüş ve
o kendi suretim olan resimleri, masadaki beyaz meyveli pastayı ve pasta
takımlarımı, çatal bıçağımı, masa örtümü dahi özel olarak o gün için
kullanmıştım oysa.
Bana ne ki markete gidemeyen emekliden ben çatır çatır Kur
korumalı hesabımdan faizimi alıyorum bana neee?? Dersek,
Pazara da gitmiyorum ben artık, sanal marketten sipariş veriyor
ve hazır yemek sitelerinden sipariş veriyorum.
Ne peynir ne süt ne ekmek fiyatından haberim yok.
**
Amerikan kökenli kafe buckslara yıldız gibi gidip kahve
bardağımla da kendi suretimi paylaşıyorum kime ne?
O kadar güzel kullanıyorum ki faa cee mii uzman oldum. Çok
sevdiğim birisi bana arkadaşlık isteği yollarsa, uygun bulup kabul ediyorum ve
ona cevap olarak,
‘’ Hoş geldin matah Faa Cee Mee ’’ diye koca koca yazıyorum. Ben
bu konuda çok bilinçliyim, en güzel de benim.
Bunlar benim sosyokültürel seviyemi belirleyen ve etrafa haddini
bildiren en güzel şeyler.
Beni Faa Ceeemm’den beğenmeyen ve takip isteği yollamayanlar
tuuu kaka dırlar.
‘’Dur bi de yeni çıkan profil kilitleme olayını kendime
uygulayayım da kimse beni görmesin.’’
Takip ettiğim sayfalardan görüp beğendiğim ama doğruluğunu
araştırmadığım bilgileri paylaşmak daha kolay ve bilgi kirliliğine katkı
sağlarken, neden kendi üretmiş olduğum iki satır yazıyı ve bilgiyi kendi
sayfamdan paylaşayım ki?
Ayrıca bir sürü hakareti, küfrü sosyal medyada satırların
ardından oturduğum yerden rahatça, yüz yüze geldiğimde söyleyemeyeceğim şeyleri,
kendimi kaybedercesine karşımdaki insanı tanımaya gerek bile duymadan, bu
konudaki inanılmaz maharetimi, üst düzey saldırganlığımı ortaya koymak adına
yazabilmek varken neden doğru bilgiler peşinde koşayım ki?
Sosyal medyanın gördüğü işlev, korku, kaygı, imrenme, kendini
karşılaştırma, boy ölçüşme, kendini sergileme ve ispat, çatışma, yenişme gibi
titreşimlere girmek, insanın enerji bedeninin direncini düşürmekten öte
değildir.
Kendimizi birdenbire düşünsel olarak olumsuz değerlendirdiğimiz
şeyleri yaparken bulduğumuz,
O gördüklerimizle bir olup baş etmek zorundaymışız gibi
kendimize belirlediğimiz duruşu, verdiğimiz anlamı yitirdiğimiz yerdir.
Bu muhteşem cahilliğim ve onun getirdiği ayıp bana ömür boyu
yeter.
Felsefe ve Sosyoloji, Mitoloji gibi insanlığımıza değer fark
katacak derin bilgilere ulaşmak zor ve zahmetlidir ayrıca da ülkemizde bu
seviyede okuyarak, anlayarak kişisel gelişimine katkı koyan insan sayısı çok
azdır.
Hazır hap bilgileri hemen anında kendimize mal etmek çok
kolaydır.
**
BU DURUMDA NE YAPACAĞIZ
Tavsiyem odur ki, aslında buna tavsiye de denemez.
Zaten yaşı ilerlemiş olgunlaşmış, kitap okuyan, bilinçli, dünya
gerçeklerini görebilen, insanlığın nereye doğru ilerlediğini gören- ENDİŞE
EDEN- Mitolojiyi, Felsefeyi, Sosyolojiyi okuyan anlayan,
Barışsever, müziksever hayvan sever, hep bir şeyleri gördüğü ve
rahatsız olduğu için mutlu olamayan, evinde mutlu dışarda ürkek, gergin, içi
iyilik dolu olan, ilave olarak yazabilen insanın yapabileceği tek bir şey kalır
zamanla.
Geri durmak, çekilmek.
Aslında bu kendiliğinden olur siz de şaşarsınız.
Buna bazı değerli okuyucular katılmayabilirler. ‘’geri
çekilmenin yararı olmaz, pasifleştirir, kör eder’’ gibi söylemler de gelebilir.
Yorumlarınızda bana bu konuyla ve diğer katkılarınızla
ulaşabilirsiniz.
Ben bu yazıma itirazları bekleyerek kendi tezimi ve tavsiyemi
buraya yazarak sonlandırayım.
Bu yazacağım, yukarıda söz ettiğim geri çekilmeye bir şakacı
çözüm ve tamamen benim hayal ürünüm, düşüncemde ürettiğim bir yoldur, uygulama
tarafı size kalmış bir durumdur.
Aklınızda bol ışıklı duvarları ve tavanı aynalı parıldayan bir
büyük salon düşleyin önce.
Bu salonun dört tarafı kapaklı, açıp kapatılabilen ve açılan
taraftan kilitlenen, öteki tarafı kilitsiz, çıkılabilen kapılı dolaplarla dolu
olsun.
Düşündünüz mü? Evet, kafanız karıştı biliyorum.
Sıra ile çok sevdiğiniz dostlarınızı, arkadaşlarınızı o salonda
topluyorsunuz hepsinin gözleri kamaşıyor ışıktan.
Bir müzik de duyulsun bu arada söyle dans edilebilecek bir müzik
bazen vals, bazen de, arkadaşımın karakterine uygun zeybek, kasap havası,
çiftetelli, göbek dansı örneğin.
Siz salonun sahibi olarak sıra ile erkek veya kadın fark etmez,
en sevmediğinizden başlayarak dostlarınızı dansa, oyuna davet edin ve her
dostunuz için başka bir müzik çalsın erkek olanlar için de bu müzik değişsin
sıkıcı olmasın ortam.
Hatta şimdi geldi aklıma, önceden dostlarınıza, kapıda bir
hemşire yardımıyla damardan az miktarda ‘’Black Label Skotch’’ viski enjekte ettirebilirsiniz
ki, dans ederken biraz çakır keyif de olsunlar.
Dostunuz, sevgili, değer verdiğiniz arkadaşlarınızın başları
dönerken sizinle, elbette siz viski almamış olmalısınız.
Bir göreviniz var aslında o kadar insanı boşuna o ışıklı salona
toplamadınız değil mi?
Sevgileriniz ayaküstü,
ilgileriniz koşar adım.
Unuttunuz, konuşmayı kendinizi vererek,
Düşünmeden bir başka şeyi, içten, yalın, dürüst,
Dışa vurmayı duygularınızı,
Unuttunuz, neydi bir
ince söze yakışan en güzel davranış.
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim.
Ki bu en büyük
kötülüktür size
Yıkanmıyor bir kez
olsun yüreğiniz yağmurlarla.
Denizler boşuna devinip duruyor, bir çarşaf gibi.
Gerip ufkunuza
mavisini, çiçekler her bahar,
uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz.
Şimdi, kendimi ve dostumu, arkadaşımı, inandığım insanı yukardan
görüyorum ışıklı salonda bir dans tutturmuşuz ki sormayın.
Siz sıranızı bekleyin herkes aynı anda pistte değil.
Değişmeyen bir ben.
Bir değerli dostum, arkadaşım, inandığım insan benimle -yüzümde yılların iç sıkıntısı, acısıyla, bin
bir sorusuyla tüm dişlerimi görev gereği gösteriyorum - dans ediyor, oynuyor geçen yıllarımızı
seyreyliyoruz birlikte.
Dönüyoruz, dönüyoruz, dönüyoruz.
Dans ediyoruz, oynuyoruz.
Bu bizim hayat dansımız ve tarzımız müziğe göre serbest stil.
Bazen kıvırtıyoruz, bazen göz göze geliyoruz gözlerimiz ıslak
sanki.
Bazen göbek atıyoruz. Davul Zurna da var.
İkili halay da var.
Bazen ellerimizi tutuyoruz ellerimiz terli,
Ortam parlak ve çok ışıklı.
Bazen vals yapıyoruz nazikçe eğilip bükülüyoruz.
Dolaplar var demiştim size salonda, yavaşça değerli arkadaşımı
dostumu, inandığım insanı kendi dolabına yaklaştırıyorum, çekiyorum.
Bir anda müzik duruyor el işaretimle.
Ben hızla arkadaşıma ait dolabı açıyorum ve onu dolabın içine
itiyorum ve kapağı kapatıp anahtarı çevirip kilitliyorum.
Arkadaşım sadece dolabın diğer tarafından çıkıp kendi yoluna
gidebilir.
İşte benim geri çekilme ve çekilirken uygulamak istediğim yöntem
bu.
Beğendiniz mi?
Yok canım o kadar da değil alkışlamayın,
Sağ olun da, Tebrik etmenize lüzum yok.
Saygılar, saygılar, saygılar.
Sizin adınıza dünyanın
pek çok yerinde,
İnsanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke.
Anlamıyorsunuz
inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz.
Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan,
Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına,
Koşar adım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim.
Koşar adım.
Duymadan bir gün olsun
dünyayı iliklerinizde.
ÖZDENER GÜLERYUZ.
Şiir: Şükrü Erbaş.
Dilerim mavi gezegenimizin başında ki olabilecek sıkıntılı dönem çabuk son bulsun.Kimbilir bu da ayrı bir sınavdan geçirtiyor insan kardeşlerimizi...Hayal gücünüz
YanıtlaSilmuhteşem...💦👏💫
"Kendim için değer verdiğim arkadaş ve dostlarım tek"tir
Sevgiyle sağlıkla/esen kalınız.
Çevrim Çay Hanımefendi güzel yorumunuz için çok teşekkürler ve saygılar. Mavi gezegenin üzerine ayak basan ve onu hor kullanan her insan biraz da suçludur bundan.
Sil