İNSANIN ''AİDİYET'' DUYGUSU, DÜNYA ÜZERİNDE ''İZ'' VEYA ''İS'' BIRAKMA BECERİSİ İLE ''SİSLER'' ARASINDAN KENDİNE BAKIŞI; TERZİ MİYİZ, MAKASTAR MI?
'' PATASANA - Ahmet Ümit.
**
Yıllarca en kurtulamadığım, ya da ‘’en kısa yoldan’’ kendimi kaptırdığım
ve yıllarca içinde debelendiğim, ayrıca da bazen beni yücelttiğini düşündüğüm;
Beni girdap gibi içine alıp, ezip yoğuran ve
yıllar sonra bu gün bile yakamı bırakmayan en yıpratıcı, sonuçlarına şapka
çıkartıp düşündürten,
Ve aslında insanoğluna ‘’kıvamında’’ olmak kaydıyla çok gerekli ve ruh tazeleyen
duygunun ‘’AİDİYET’’ duygusu olduğuna inanıyorum.
''En kısa yoldan'' diye tanımladığım durum, nerede olursam olayım,
yukarıda kullandığım ''kıvamında'' kelimesini de, aşacak tarzda bazı kurum ve
kuruluşlara kendimi fazlaca kaptırmış olmalıyım ki, üst düzey diyebileceğim bir
şekilde ''ait'' hissettim geçmişte.
Üniversiteyi, liseden mezun olduğum yıl, kazanamadım.
Meslek lisesi elektrik bölümünden mezun olmuştum. Bulunduğumuz şehirdeki bir fabrikaya meslek lisesi mezunu olarak iş
başvurusu yaptım.
O fabrikada bulunduğum bir yıl içinde işte bu ilk ait olma hissimi
tattım ve idrak ettim.
Yalnız bendeki bu aidiyet duygusu biraz faklı mıydı Acaba? Ben aidiyet
derken, kafamda daha farklı bir şeyler mi kurguluyordum.
Bu sorunun cevabını yıllar sonra çok ama çok acı bir şekilde kendime
verecektim.
Başımda sorumlu olarak bulunan, ilkokul mezunu, ''usta'' kişinin tavır
ve davranışlarını bu aidiyet duygusuyla tarttığımda ve bazı itirazlarımla
kendisini sinirlendirdiğimde o zaman anlamını bilmediğim ''mobbing'' e maruz
kalma ve dışlanmayla boğuşmaya başladım.
Neyse ki orada kalıcı değildim, yaşım gençti, yaşananları içimde öğütüp
arkaya atabilecek güçteydim.
Bir yıl sonra üniversiteyi kazanarak oraya elveda dedim ama bu ait olma
duygumun nereye gidersem gideyim peşimi bırakmayacağını o zamanlarda henüz
bilemiyordum.
Üniversite yıllarım her insanda olabileceği gibi unutulmaz muhteşem
yıllardı ve her güzel şey gibi çabuk geçti.
Mezun olup ısrarla devlet sektörünün kapılarını zorladığımda, başıma geleceklerden
habersizdim.
İki şehirde toplamda on yıllık bir süreç içinde ve bu sürecin başında ve
ortasında, sürgün yemiş olsam da akıllanmayıp hiyerarşik düzene, kurallara
başkaldırıp;
Genel müdür, Fabrika müdürü, müdür yardımcıları, şef pozisyonundaki
kişilerden ( sonradan şef olmaya layık görülsem de) daha yüksek aidiyet
duygumla kafa tutmaya varan tavrımla artık ağır ağır ilerleyen yaşım, daha
dayanılmaz dışlanmalara dayanma gücünü gösteriyordu.
Ve ben gittiğim yerde o yerin sahibi olsam bu denli oraya ait olamayacak
derecede muhteşem bir aidiyet hissiyatı gösterirken o esnada da, ne kadar
dışlandığıma aldırmadan,
İstifa noktasına getirilsem de, bunun yanında, ne kadar da ''iflah
olmaz'' olduğumu artık yüreğim yüksek sesle haykırmaya başlamıştı da duyan
kimdi?
**
''Belki de
sözlerimi abartılı bulacaksın, belki de ''böyle öyküleri çok duydum''
diyeceksin. Oysa gerçek, koyu sisin sarmaladığı taşkın nehir gibi bütün
acımasızlığı ve görkemiyle bu tabletlerin satırlarında gizlidir. Fırat'ın
döküldüğü deniz nasıldır, ovaların tükendiği yerdeki ağaçlar neye benzer
hepsini öğretir insana. Daha önemlisi, yeryüzünün bir parçası olduğumuzu
öğretir bize. Koyu gölgeli ceviz ağacının, bodur üzüm kütüğünün, dolgun sarı
başakların, kuru otun, topraktaki karıncanın, kovuktaki yılanın, dağdaki
kurdun, havadaki atmacanın kardeşimiz olduğunu öğretir.
PATASANA/ Ahmet Ümit.’’
**
AKIL VE ŞUURLA OLANLAR, AMA
ÖNCE AKIL GEREK.
Aklı ve Şuuru olmadan rüzgarı kullanan tohumlarını belki de binlerce km öteye savurabilen ve sizden bu anlamda bir itici güç isteyen ve tohumlarının her birine bir paraşüt takmış, dünyayı bilmez Cichorium İntybus.
Yaprakları
yeşil, çiçekleri Sarı olan ve 250'den fazla çeşidi olan bu bitkinin adına neden
karahindiba denmiştir anlaşılmaz.
Zamanı
geldiğinde sarıçiçeğin her bir yaprağı içe doğru kapanır ve kapalı kutusunda
değişimi durmaz, orada tohuma dönüşür, tekrar açılma vakti geldiğinde narin bir
dal ve en tepede tül halinde üflenmeye hazır, akla üflemeyi getiren küresel
şekli ile sizden bir yardım ister. Tüy tanesi olan tohumları yaşamı arttırmak
için dünya üzerinde ‘’İZ’’ bırakmak için hazır, bir dış etki beklerler.
Rüzgarın ve yanından geçen hayvanların dokunuşları ve insanların üfleyişi ile
bu tüyler uçuşurlar işte Karahindiba mucizesi buradan başlar.
Bunun
farkına varamaz inceliğini anlayamazsanız yerde gördüğünüz yaprakları girintili
olan o yeşil otu toplar, eve götürür bir güzel salata yapıp yiyebilirsiniz de.
Ege'nin
meşhur Radikasından – farklı yörelerde değişik isimlerle anılır.- başka bir şey değildir ve o şekliyle de size
çok ama çok faydalıdır inanın bana.
BU DA, BİZE AİT BİR ŞEY.
Karbon Ayak
izi meselesiyse, sadece insana ait bir şey. Küresel ısınmaya sebep olan sera
gazlarının hepsi birden karbon ayak izini oluşturuyor. Bu gazlar da insanlığın
doğal, bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan tüm
aktiviteler sebebi ile ortaya çıkıyor.
Günümüzde
karbon salımı için en büyük etken sanayi olarak biliniyor.
Özellikle
de plastiğin üretilmesi ve işlenmesi, en fazla karbon salınımına sebep olan
etkenlerden.
Atıkların
geri dönüşmemesi ve dünyaya kullandığımız kaynaklarını telafi etme şansını
vermemiş olmamız da çok büyük bir çevre tahribatına sebep oluyor. Bunun etkilerinin
sebebi büyük çaplı olurken aynı zamanda bir ürünü satın almak veya bir yaşam
tarzını benimseyerek bireysel olarak da dünyaya zarar veriyoruz biz
insanlar.
Bir insan
olarak küresel ısınmaya engel olmak ve de Karbon ayak izimizi aza indirmek için
tatile uçakla gitmemekten tutun, fosil yakıt kullanmamaya, çöp üretmemekten
tutun, parfüm kullanmamaya kadar bir dizi önlem sayılıyor günümüzde.
Kısaca
Dünyada Karbon ayak izinizi bıraktığınızda yukarıda sözünü ettiğim ''İZ'' ile
aynı şey değil. Yukarıda söz ettiğim şey içinizde var olan genomların ve
genetik yönergelerin tümünü doğru biçimde önce içinizde korumak sonra da siz
dünyadan göçtüğünüzde, ardınızda sizin devamınız olacak, siz olacak her şeyin
devamı için sonuna kadar mücadele etmek olarak tanımlanabilir.
Bu
çerçevenin dışında kalan her şey ‘’iz’’ den çok ‘’is’’ olabilir.
**
VE
SANAT
Öte yandan
sanat, bir duygu, bir tasarı, güzellik anlatımında kullanılan yöntemlerin
tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılıktır.
Sanat genel
anlamıyla hayal gücü ve düşüncenin yaratıcılığıdır. Her toplum kendine özgü bir
sanat yapıtı oluşturmaktadır.
Sanat hep
aynı şekilde sürüp giden yaşamı farklı şekilde anlatma eylemidir. İnsanların
doğa ve hayat karşısında duygu, düşünce ve isteklerini çizgi, renk ve ses söz
gibi araçlarla anlatmasıdır.
Daha
‘’Neanderthal’’ çağından beri insanlar çizgiler ve oymalarla ancak dış
çizgileriyle nesnelerin benzerlerini yapmayı denediler ama bu işin üstesinden
gelmek için beyinleri daha az gelişmişti. El becerileri de gelişmemişti.
Kabataslak aletlerle oldukça güç bir işti.
Hayvanların
silüetlerini yontarak ve boyayarak benzerliklere ulaşmaya çalışıyorlardı.
Mağara
duvarlarına yaşamlarındaki bütün olan biteni anlatan kompozisyonlar çizmeye
başladılar.
Yaban
hayvanları, av sahnelerini belleklerinde kalan her şeyi çok gerçekçi biçimde
betimlediler.
İnsanlar
dünyaya iz bırakıyordu.
Güney Fransada bulunan tarih öncesi Paleolitik (yontma taş devri) mağarasının sanılandan on bin sene önceye tarihlendiği sanılıyor.
Mağaradaki
kırmızı ve siyah boyalar üzerinde yapılan radyo karbon çalışmaları Amerika
merkezli ulusal bilimler akademisi dergisinde yayınlandı.
Rapora göre
çizimler otuz bin yıl öncesine tarihleniyor.
Otuz bin
yıl önce mağara duvarına çizim yaparak günümüze mesaj ulaştırmaya çalışan
yontma taş devri insanı, artık günümüzde yontulmamış taş gibi nerede ve neden
bulunduğunu unutmuş gözüküyor.
Acaba
diyorum, otuz bin yıl önce o karanlık mağarada yaşayan ve resimlerle bize
ulaşmaya çalışan o insancıklar, çizdikleri resimlerin günümüzde pek de işe
yaramadığını, vermeye çalıştıkları mesajların yirmi birinci yüz yılda, ‘’MANÜPÜLATİF
NARSİZM’’ külleriyle örtüldüğünü, artık günümüzde o mesajların bir anlamı
kalmadığını öğrendiklerinde ne düşünürlerdi acaba?
Kim kime
dumduma bir dünyada kırıp dökmede artık son haddine ulaşmış yıllarımızı
yaşamakta ve haksız elde ettiğimiz imkanların keyfini sürerken, ne şuurla ne
akılla ne de sanatlarıyla bulundukları mevkilere gelmeyen, matruşkalar misali
bir biri içinden çıkmış, onun bunun torpiliyle bir koltuk edinebilmiş
zavallılar elde ettikleri koltukları daha sonradan babalarının malıymış gibi
tepe tepe işgal etmeye devam ediyorlar.
(Son bilgilere
göre de insanlık, bu tarihten sonra Mars’a yapılacak koloni kurma rüyası yolculuğu
da evrimimiz için son derece gerekli olmasına rağmen tamamen bitti.
Bunun da
nedeni, insan böbreğinin galaktik kozmik radyasyon ( GCR ) ‘a dayanamayacağı
iflas edeceği, hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde kanıtlanmış olması.
Kısaca
Marsta koloni konusunu unutun. Şu anki insan oluşumu, ancak dünyada çalışıyor.)
Yukarıda
söz ettiğim koltuk işgali, İlk baktığınızda, devlet kurumlarında görülmekte.
Bunların içinde en göze çarpanlar ise, belediyeler ve üniversiteler, siyasal
partiler, medya kuruluşları ve devletin tam göbeğine din maskesiyle hortum atmış halktan uzak, din
fetvası veren ruhban kurumlar, bazı dernekler ile tarikat ve cemaatler olarak
görülüyor. Bu kurumlarda, bir matruşkanın içinden çıkan, müdür, başkan gibi
sıfatlar taşıyan, bir beden küçük devam matruşkasına dikkatlice baktığınızda,
göreceğiniz şey bu insanın, nerede ve neden bulunduğunun farkında olmadığı,
kukla olduğu gerçeğidir tıpkı kendinden öncekiler gibi.
**
Türkiye
devleti şu anda, FATF’a göre, ( Financial Action Task Force ; - Suç
gelirlerinin aklanması, terörizm finansman ve kitle imha silahlarının
finansmanının önlenmesi amacıyla iktisadi ve gelişme teşkilatı. – Bulgaristan,
Burkino Faso, Kamerun, Hırvatistan, Demokratik Kongo Cum, Haiti, Jamaika,
Kenya, Mali, Mozambik, Namibya, Nijerya, Filipinler, Senegal, Sudan, Suriye,
Tanzanya, Vietnam ve Yemen ile birlikte Gri Listede yer almaktadır.
( Şu an
neden ve nasıl olduğunu bilmediğimiz ve gri listede bulunmamızın nedenlerinin
ortadan kalktığı ve ülkemizin gri listeden çıkarılmış olduğunu hazine bakanımız
tarafından, yanında Türk bayrağı resmi ile tek kelimelik, ‘’BAŞARDIK’’ tweeti
ile öğrenmiş bulunsak da;)
Türk halkı,
gerçekten, yürekten inanıp yaşamadığı ve sürece ülkemiz vatanseverlerin gözünde
gri listede kalmaya devam edecektir diye düşünüyorum.
Yukarıda saydığım devlet kurumlarının başına getirilmiş insanlarda
hiçbir liyakat bulunmamaktadır.
Üzüldüğüm
tek nokta ise, bu durumdaki insanları, gözlemle, deneyimle anlama noktasında
olmam ve bu tür insanların bir nedenle ve bazen de tesadüfi olarak gözüme
batmaları.
İşte bu
noktaya inanılmaz derecede üzülüyorum. Elimden bir şey gelemeyecek durumda
olmak sadece görüp seyretmek çok acı verici.
Öyle olmak
da istemiyorum ki, diğerleri nasıl görmüyor ya da gördüklerini fark
etmiyorlarsa ben de görmemek, fark etmemek istiyorum ama olmuyor.
İşte bu
fark bendeki derin ‘’AİDİYET’’ duygusunu bana geri yansıtıyor. Ne zaman ait
hissetsem, o aidiyetin içindeki gereksiz her şey gözümün önüne seriliyor ve o
noktada bir değişim başlıyor bende.
Farkında
olarak ya da olmadan tepki veriyorum ve bu da karşımdaki insanın doğal savunma
mekanizmasını tetikliyor. Sonuçta, yetkisiz olan etkisizleşiyor.
**
"kaybedenler,
kendi kendini yetiştirmiş kişiler gibi, kazananlara oranla çok daha geniş bir
bilgi ağına sahiptirler;
derin
bilginin hazzı, kaybedenlere özgüdür. Biri ne kadar çok şey biliyorsa, işleri o
kadar ters gitmiş demektir..."
Umberto Eco
**
Şimdi bu
satırları okuyanlara soruyorum; sizce bu tür liyakatsiz insanların eline kara
bir kömür ve biraz da doğadan elde edilmiş boyar maddeler vererek bir mağaraya
götürsek ve mağara duvarına, günümüzden otuz bin yıl sonrasına mesaj
verebilecek bir resim çizmelerini istesek nasıl ve ne çizerlerdi acaba?
Böyle bir kabiliyetleri
var mıdır günümüz liyakatsizlerinin?
**
‘’Hatti ülkesinin
bin tanrısını, gökyüzünün fırtına tanrısı Teşup ile karısı güneş tanrıçası
Hepati, oğulları Şarruma ve ana tanrıçamız Kupaba.
Evet, onlar
insanlarla oynamaktan zevk alan, acıma duygusunu yitirmiş, korkunç yaratıklar.
Evet, kötülük bizdeydi, ama o karanlık duyguyu içimize tanrılar koydu.’’
PATASANA Ahmet
Ümit.
**
GÖRÜNENİN ARDINDAKİ GERÇEK.
MAKASTAR MISINIZ? TERZİ Mİ?
Ardeche bölgesinde bulunan Chauvet Pont d’are
Dünya çapında bilinen en erken insanlar tarafından süslenen mağara olmasıyla
ünlendi.
İlk olarak
1994 de keşfedilen Unesco Dünya Mirası listesindeki mağaranın duvarlarında el
baskıları ve mağara ayısı, tüylü Mamut ve birkaç farklı çeşit büyük kediler olmak
üzere on dört farklı tür hayvan çizimleri bulunuyor.
Siz acaba,
dünyada gözlerinizle gördüğünüz her şeyin, göründüğü gibi mi olduğunu, yoksa bu
görünenin ardında onu meydana getiren ve size kadar ulaştıran başka şeylerin de
olduğunu da düşünüyor musunuz?
Size çok
çarpıcı bir örnek verebilirim bu konuda;
Örneğin bir
insan üzerinde ( erkek olduğunu varsayalım) bir takım elbise gördüğünüzde, size
görünen, bu elbisenin ceket ve pantolondan ibaret, iki parçadan oluşan bitmiş görüntüsüdür.
Ancak o
elbisenin insan üzerine giyilinceye kadar geçirdiği evreler, işlemler vardır.
O işlemleri
size açıklamadan önce küçük bir açıklama daha yapmama izin veriniz.
On beş
dakikası, bir parça ipliği, bir iğnesi olan herkes terzidir.
Terzi olan
kişi sadece düğmenizi diker ve pantolonunuzun paçasını kısaltır.
Yukarıda
yazdığım takım elbise işlemlerini yapabilmek içinse, ‘’MAKASTAR’’ olmak şarttır.
Makastar
olabilmek için uzun yıllarınızı mesleğinize vermek ve bu iş için gerekli el
becerilerini kazanmanız gerekecektir.
Bir takım
elbise, dört farklı kumaş ( pamuk, İpek, tiftik, yün.) , otuz sekiz ayrı
kesilmiş parça, bu parçaların, iki yüz yirmi sekiz adımda birleştirilmesi
işlemlerinden meydana gelir.
Ayrıca da
makastarın, bu kumaşları kim için kestiğini bilmeden yani en baştan ölçü alma
işlemini bilinçli olarak yapmadan ortaya iyi bir şey koyması mümkün değildir.
Makastar,
kişinin kim olduğunu en iyi anlayan kişidir aslında.
Bu bilgiler
ışığında şimdi size soruyorum;
Makastar
mısınız, Terzi mi?
Bu soruya
cevap verebilmek için, kendi mesleğinizi göz önüne alarak düşününüz
**
AH!
O HASSAS İNSANLAR, DEMİR’İN TUNÇ’UNA, İNSANIN PİÇ’İNE KALDIK.
Floransa’nın ve İtalya’nın en ünlü
müzelerinden Uffizi Galerisini gezen bir kişinin kalbi Sandro Botticelli’nin
‘’Venüs’ün Doğuşu’’ tablosuna bakarken durdu.
İsmi
açıklanmayan erkek, Botticelli’nin 15.YY sonlarında yaptığı ve İtalyan
Rönesansı’nın başyapıtlarından kabul edilen tablonun önünde yere yığıldı.
Müzedeki
defibrilatör (Elektroşok cihazı) ile adamın duran kalbi yeniden çalıştırıldı.
Caravaggio’nun
eseri ‘’Medusa’’ önünde bayılan oldu.
Venüs’e
bakarken fenalaşan adamın ‘’Stendhall Sendromu’’ndan muzdarip olduğu iddia
edilirken Uffizi Galerisi Müdürü Elke Schmidt ‘’Tıbbi teşhis yapmak benim
alanım değil, Fakat son yıllarda galerimizdeki önemli eserlerin önünde çok
sayıda fenalaşma vakası yaşandı.’’ dedi.
İtalyan
Psikitatr Graziella Magherini, bu sendroma ‘’Stendhall’’ adını veriyor. 1989'da
yazdığı kitabında Floransada 10 yıl içerisinde 100’ün üzerinde vaka yaşandığını
belirtiyor.
Magherini
2008 de yaptığı bir söyleşide de bunu şöyle açıklıyor;
‘’Stendhall
Sendromu çoğunlukla Floransa’da yaşanıyor. Çünkü Dünyada Rönesans Sanat
Eserleri’nin en yoğun olduğu yer burası.
İnsanlar
kısa sürede yüzlerce başyapıtla karşılaşıyor. Rönesans sanatı herkese hitap
ediyor, fazla bilgiye sahip olmayanlara bile.
Oysa Modern
kavramsal sanatta durum farklı, bunlardaki mesajı anlaya bilen insan sayısı çok
daha az.’’
Biz de bazen fenalaşıyoruz tablolar karşısında, Bizdeki tablolarda oldukça ünlü. Ancak bizim fenalaşmamız, Stendhall Sendromundan hallice, sanki biraz Menier Sendromu gibi Vertigo boyutuna ulaşmadan alt düzeyde baş dönmesi ve mide bulantısı, ağzımızın açık kalması, bize Ankara’nın bağlarını oynatacak kadar akıl tutulması boyutunda.
Ankara
Resim ve Heykel Müzesi Müdürü, Müzede bulunan ünlü ressamların eserlerinin
çerçevelerini, Müzenin çaycısına boyattığı anlaşıldığından Bin 966 Lira Para
cezasına çarptırılıyor.
Müzenin çay
ocağındaki görevliye restoratör olmamasına karşın, müzedeki 25 tablonun
çerçevelerini boyatarak 7 Milyon 239 Bin 500 TL
Kamu zararı
oluşturduğundan açılan davada, Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi bedelin
Müdürden tahsilini talep ediyor.
Diyarbakırlı
Tahsin’in ‘’Sultan Ahmet Çeşmesi’’, ‘’Tophanede Cumhuriyet Vapuru’’ eserlerinde
%10
Mahmut
Celayir’in ‘’Müdahale’’, Şevket Dağ’ın ‘’Valide Han’’, Bahriyeli İsmail
Hakkı’nın ‘’Denizde Fırtına’’ Eserlerinde %5
Fausto
Zonaro’nun ‘’Genç Kız Portresi’’ eserinde %10 Oranında değer kaybı tespit
edildi.
Verilen
ceza 7 milyon kamu zararına karşın yaklaşık 2 bin lira.
Bence bu da,
bir ‘’İZ’’ bırakma yöntemi,
Ancak ne
yaptığının,
‘’İz’’mi? , ‘’İs’’
mi?
Yoksa kelimenin
tam anlamıyla ‘’Sisli’’ bir ortam mı
bıraktığının bilincinde olmadan.
**
‘’Ama bu tabletleri
insanlar okusunlar istiyorum. Tanrılara karşı gelsinler diye değil. Kimsenin
benim gibi acı çekmesini istemem ama,
İnsanların
tanrıları, kralları, kendilerini tanımalarını isterim. Bu yüzden bu tabletleri
yazıyorum. Belki böylece yazgılarıyla daha kolay başa çıkarlar. Belki böylece
tanrılar, krallar onları istedikleri gibi güdemezler. Belki böylece iki ırmak
arasındaki bu verimli toprakları kardeşlerinin kanıyla sulamak yerine sevgiyle
eker, biçerler. Belki akıllanır, ömürlerini bir düğüne dönüştürerek, mutluluk
içinde yaşarlar.
Belki gelecek
kuşaklara acıyı değil, sevinci, gözyaşını değil, gülümsemeyi, kini değil
sevgiyi, ölümü değil, yaşamı kalıt bırakırlar. Belki.’’
PATASANA – Ahmet Ümit.
**
ÖZDENER GÜLERYÜZ
"Dünyanın en gizli kütüphanesi insan beynidir. "Işte bu bilgileri yazarak ortaya koymak en zor işidir. Okumak da sabır işidir. Yüce rabbim size öyle bir güç vermiş ki kendinizi cozumlemissiniz. Acı çekmek de insanı insan yapar. Ne mutlu size iz birakanlardansiniz. Zihniniz daim yazilariniz çok olsun. Sevgiyle/saygiyla👏🐾💧✒
YanıtlaSilDeğerli Çevrim hanım, gittikçe güç kaybına uğrayan, gittikçe daha çok umutsuzluğa düşüyormuşum gibi de gelmiyor değil. Ama yazdıklarınız için çok teşekkürler.
SilÖzdener Bey, başlayınca gerisini sonra okurum diyemediğim, aksine ikinci kez okuduğumda birçok önemli detayı kaçırdığımı farkettiğim, bu araştırma yazılarınız bilgi darağacığımızı genişletmemizde bizlere yardımcı oluyor. Kaleminize, Yüreğinize sağlık. 🤗
YanıtlaSilİlhan bey dostum. Yazımın sizde böylesine etki bırakması benim için çok değerli. Bu alt yapı için bir ay süreyle çalışıyorum ve defalarca okuyarak değişimler yapıyorum. Bunun fark edilmesi emeğimin karşılığı gibi oluyor. çok teşekkürler ve saygılar.
SilMakastar mıyım, terzi miyim ? İşte bu sorunun yanıtı benim için çok zor. Yanıtım sizlere ilginç gelecek, fakat ben hem makastar ve hem de terzi olmayı isterdim.
YanıtlaSilHem terzi ve hem de makastar olunabiliyor mu ?
Ben ce evet. Michelangelo da hem terzi idi ve hem de makastar idi.
Nasıl mı yani diyeceksiniz; Michelangelo'nun hem terzi ve hem de makastar olduğunu ispatlamaya çalışmamıza hiç gerek yok. Çünkü eserlerinde muhteşem detayları incelediğimizde bunu açıkça görüyoruz. Örnek: Apollon heykeli
Fakat adını bilmediğim ve öğrenmeye de hiç merak etmediğim Konya da ki ucube Nasrettin Hoca heykelinin de ne makastarı ve ne de terzisi olmak istemem.
İşte zaten bütün konu da burada başlıyor zaten. Rönesans devrinin muhteşem heykeltıraşları yaşadıkları çağlarda hiç para etmeyen eserlerinin asırlar sonra paha biçilemeyen değerlerde satılacağını nereden bilebileceklerdi ki.
Konya da ki ucube Nasrettin Hoca heykelinin makastarı ve terzisi de belki aynı sözde sanatçı gibi o da, hem makastar ve hem de terzi idi. Veya sanatçı müsvettesi bir kişi idi. Ucube eserinden kim bilir nasıl bir astronomik bir para alarak İS bırakıp gitti.
Fakat garibim Michelangelo muhteşem eserleri ile İZ bırakıp giderken kim bilir belki de Dünya hayatına sefalet içinde veda etti.
Murat bey, güzel harika cevap ve yorumunuz için çok teşekkürler. Evet kesin olan şudur ki, Makastar olan kesinlikle aynı zamanda terzidir de. Makastarın artısı, elbisenin sahibini çok iyi tanıması, tanımak zorunda olmasıdır. Ölçü alma tecrübesiyle onu öyle bir tanır ki, artık geri dönülemez bir tanışma noktasına gelmişlerdir, elbisenin dikim aşamasında makastarın elini rahatlatacak bazı sorular sormalıdır örneğin. Bu benim başıma geldi hiç beklemediğim bir soruyu ilk kez şu an rahmetli olan ve bana evlenirken elbise diken aynı yerde çalıştığımız bir makastar sormuştu. Bunu size bir araya geldiğimizde anlatırım. Tekrar teşekkürler ve saygılar.
Sil