OLANAKSIZ OLMAYAN HAYALLERİN GERÇEKLEŞMESİNİ BEKLEYEN, VARLIĞININ SIRADAN KISMINI YENEMEMİŞ ''BALKANLAR'' ÜZERİNE.

 

 

 

 

 

                               En büyük hayallerimden birisi olan, ülkemde yaşayan bir çok insanın da hayallerini süsleyen, ata topraklarımız Balkan ülkelerini gezip görmek, aidiyetlerimizi ve geçmişimizi anlamak, bulup koklamak ve içimize çekmek için oralara gitmek düşüncesiyle; 

Büyüklerimiz yaşarken bize anlatılanları yerinde görmek, daha çok anlamak ve daha çok özümsemek adına köklerimizin hala yaşadığı yerlerde bulunmak adına geçtiğimiz hafta Balkan ülkelerini kapsayan tur gezisine katıldık.

Aslında çok daha önceden gidebilmek için bir girişimimiz olmuştu ancak pandemi nedeniyle gezimizi ertelemek zorunda kalmıştık.

Gezimiz İzmir çıkışlı, Büyük Balkan turu olarak anılan oldukça yorucu Balkanlarda birçok ülkeyi kapsayan bir tur olarak biliniyor.

Öncelikle, bu günkü adıyla Sırbistan'ın başkenti Belgrad Nikola Tesla Havalimamına iniyorsunuz.

Ne yazık ki, Sırbistan ülke olarak harika bir doğaya sahip olmasına rağmen, kendi içinde kapalı özellikle de Türklerin fazla zaman geçirmediği bir ülke. Ona rağmen ilk gece Belgrad'da bir otelde kalıyoruz.

Ertesi gün yorucu bir maratona başlayacak ve her gün başka ülke ve otelde olmak üzere uzun yollara düşeceğiz çünkü.

Söylemeliyim ki bizler daha önce, Türkiyeye yeni giren bir büyük marka denim pantolon markasının profesyonel yöneticileri olarak günümüz Hırvatistan'ın sınırları içinde kalan bir bölgede Türkiye fabrikasından önce kurulan fabrikaya giderek eğitim için iki haftalığına oralarda bulunmuştuk.

 Zagrep havalimanına inmiş ve oradan da eğitim alacağımız fabrikaya yakın olan bölgeye gitmiştik.

Eğtim esnasında unutulmaz anılar ve güzel bir bilgiler biriktirerek kendi ülkemizde onları hayata geçirmek üzere geri dönmüştük.

O yıllarda adı Yugoslavya olan ve dünyaya kendi içinden çıkardığı bir kahraman olan ülkesini her tehlikeden korumuş, bir arada tutabilmiş sosyalist lider, Mareşal Josef Tito'nun vefatı yeni gerçekleşmişti.

Tito'nun vefatından sonra ülkenin bir arada kalma konusunda kafası kısa sürede karışmış her toplum bir tarafa çekmiş oldukça sıkıntılı bir durumdaydı ve henüz iç savaş çıkmamıştı.

Mareşal Tito, her ne kadar gezi rehberimizin anlatımında bize Komünist lider olarak anlatışmışsa da, aslında bizim jenerasyonumuz onu en büyük Sosyalist dünya lideri olarak bilmekte ve hala içimizde ona hayranlık besleyenlerimiz de bulunmaktadır.





Nedir ki aradaki fark diyebilirsiniz. Ben size kısa bir anlatım yapmak isterim.

Sosyalizme göre, sadece yoksulluk değil, zenginlik de bir kusurdur. Maddi yoksulluk, insanı insani açıdan zengin bir yaşamın temelinden yoksun bırakır. Maddi zenginlik ve güç, insanı yozlaştırır. İnsanın varlığına özgü orantı ve sınırlama duyularını yok eder; bireyde, türdeşleriyle aynı varlık koşullarına bağlı olmadığını hissettiren gerçekdışı ve çılgın bir ''benzersizlik'' duygusu yaratır. Kapitalizm kadar Komünizimde de yozlaşan vee insanı değil devleti yücelten koşullar dayatılır.

Mareşal Tito, Komünist değil Sosyalisttir.  O nedenle de Sovyet lider Stalin ile anlaşamıyordu.

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti ile SSCB liderleri arasında baş gösteren ve 1948 yılında Yugoslavya'nın Kominform'dan ihraç edilmesiyle sonuçlanan görüş ayrılığına ve uzlaşmazlık süreci yaşanmıştır.  

Bu aynı zamanda, Yugoslavya'da Informbiro dönemi adıyla anılacak, SSCB ile olan ilişkilerin iyice zayıfladığı, 1955 yılına kadar devam edecek bir dönemin başlangıcıydı.

Sovyetler bu durumu Yugoslavya'nın sadakatsizliği olarak açıklarken, Yugoslavya ve Batı ülkeleri, Josip Broz Tito'yu,  Stalin'in Yugoslavya'yı SSCB'nin uydusu haline getirmeyi amaçlayan planlarına karşı duran ulusal kahraman olarak görmekteydiler.

Sosyalizm, maddi rahatlığın, yaşamın gerçek amaçları için kullanılmasını ister; kişisel serveti, toplum için olduğu kadar birey için de tehlikeli görerek reddeder.

Mantığı gereği, sosyalizm giderek artan bir insan üretkenliğini, farkındalığını, mutluluğunu ve insani amaçlara olanak sağlayacak oranda bir maddi rahatlığı amaçlar.

On dokuzuncu yüzyılda ve Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcına kadar sosyalizm, Avrupa ve Amerika'daki en kayda değer hümanist ve manevi hareketti.

Sosyalizmin sadece ekonomik bir hareket olduğu ve üretim araçlarının millileştirilmesinin sosyalizmin temel amacı olduğu şeklindeki yanlış anlamalar, sosyalizmin hem sağ hem de sol kanadında meydana geldi.

Bunun sonucunda da sosyalizm yerini almak istediği kapitalizme yenik düştü.

Sosyalizmin birçok taraftarı da, bunun insanı özgürleştirmeyi amaçlayan bir hareket olduğunu anlamak yerine, sadece işçi sınıfının ekonomik gelişmesini hedefleyen bir hareket olarak algıladılar. Sosyalizmin hümanist amaçları unutuldu.

Kapitalizm ve bayağılaştırılmış, saptırılmış bir sosyalizm, insanı, insanlıktan çıkarılmış bir otomat haline gelme tehlikesinde olduğu bir noktaya getirmiştir, akıl sağlığını kaybetmekte ve kendini tamamen yok etme noktasında durmaktadır.

Bu kısa anlatımdan sonra söylemeliyim ki;  bizim jenerasyonumuzda o yıllarda tüm ülke insanına ''JUGO'' diye isim takılan büyük birleşik Yugoslavya, kendi içinde hızla bir iç savaşa girişti. Yugoslavya'nın ülke bütünlüğü zaten bazı sömürgeci devletlerin de işine gelmiyor bir yandan ayrılık tohumları tüm ülkeye serpiliyordu.

Bölge olarak da karşıklıklara, kavgalara, sürtüşmelere sert fikir ayrılıklarına çok hazır bir yerdi.

Birinci Dünya Savaşının başlama fitilini ateşleyen olay tam da Sarajevo'da, 1914 yılında Saraybosnayı ziyaret eden Avusyurya Macaristan imparatorluğu veliahtı Arşidük Franz Ferdinand'ın Sırp millyetçisi bir genç tarafından, günümüz Dünya düzenine neden olacak şekilde Vurularak öldürülmesiyle buradan başlamıştı.





Sarajevo'yu bize, rehberimiz dışında oradan bize rehberlik eden ve muhteşem anlatımıyla bize duygu dolu anlar yaşatan değerli genç rehberimize hayran kaldık.

Bizi Sırpların bombaladığı Sarajevo şehrindeki noktalara götürdü ve o noktalar özellikle de çerçevelenmiş ve orada dökülen kan'ı temsilen kırmızı boya ile boyanmış yerleri gösterdi.

Srebrenitza katliamında söylenene göre iki nesil erkek nüfusu yok edilmiş. Bazı yerlerde özel mezarlarla dolu şehitlikler bulunuyor.

**

Gördük ki Balkanların kafası hala karışık ve bunun temelinde '' Din'' olgusu yatmakta. Bir arada yaşama birbirini anlama ve hoşgörü konusunda epeyce yol alınmış olsa da, altan alta Din meseleri çıkar grupları tarafından kaşınmaya devam ediyor.

Sarajevodan ayrılıp, Karadağ'a doğru yol aldığınızda, bölge insanları kendilerine ait gökyüzünden ilahi bir gücün kendilerine doğru aktığını varsaymakta, dini obje ve figürleri daha bir gözünüze sokmakta ısrarlılar o kadar ki, kaldığınız otel odasında mutlaka çarmıha gerilmiş İsa figürüyle karşılaşınca, önceden uyarıldığımız için çok da şaşırmadık.

Sarajevo çarşısında kendimizi Türkiyede sandık. Ezan zamanı ezanı duyduk, çanlar da çaldı zamanı gelince. Çarşı esnafı Türkçe hitabetti bize. Yemekler zaten Türk yemekleriydi. Çay da içtik, baklava da yedik.

Uzun ve çok virajlı yollardan ve mutlaka yanımızda akan bir nehirle yol aldığımız süreçlerde yemyeşil ormanlarla kaplı dağ yollarından geçerek sonunda çok meşhur Sırplar tarafından bombalanmış ve yıkılmış olan Mostar köprüsüne ulaştık.

Otobüsümüz özel bir park yerine park etti ve biz yürüyerek Mostar köprüsüne vardık.

Boşnakça, ''Stari Most'' adıyla anılan köprü, Neretva ırmağı üzerinde bulunuyor.





Bazı tecrübeli gençler köprünün en yüksek noktası otuz metrenin üzerinde olan yerinden nehre atlamak için para topluyorlar ama biz oradayken bir atlayan görmedik.

Köprünün yakın yerlerinde yöreye özel bazı el işi hediyelik eşyalar satılan dükkanlardan hediyelikler aldık.

Elbette acıktığımızı anlayınca da Türkçe konuşan menülerinde resimli ve fiatı da yazan kitapçıklardan bakarak yemek yiyebileceğimiz bir yer seçtik.

Yaprak sarması biraz irice sarılsa da çok lezzetliydi. Ayrıca soğan dolması da özel bir lezzet olarak sunuldu.

Bizdeki İnegöl köftesine benzeyen köftesi ayrıca galeta ununa batırlarak kızartılmış şekli farklı olan başka bir köfte çeşidi ile farklı lezzetler tattık.

Dinleri farklı kendileri kardeş olan bölge insanlarının, birbirleriyle yanyana olan dükkanlarından Türkçe konuşarak alışveriş yaptık. Bizi uğurlarken hepsi de değişik bir şive ile ''ALLA EMANED'' diyerek vedalaştılar.

Bazı bölgelerde bu Din farklılığı zamanla körüklenip sertleşmiş. Osmanlı hakimiyetinin üç yüz yıl sürdüğü göz önünde bulundurulursa, özellikle de Sırpların ve diğer Avrupa devletlerinin körüklediği bağımsızlık hareketleri nedeniyle örneğin Konçik bölgesinde yine Neretva köprüsü üzerindeki Mostar köprüsüne benzer köprüsüyle ünlü Konjik köyünde, Kilise kulesini kapatıyor bahanesiyle yarısı yıkılmış cami minaresi çok dikkat çekiyor ve özellikle de yıkılan her eser yeniden yapılısa da bu cami minaresi yapılmamış dikkati çeksin diye.

 

 BENİM İÇİN EN ÖZEL YERLER: MAKEDONYA VE ÜSKÜP

 

   Kuzey Makedonya Manastır şehrinde bulunan Askeri İdadi (Lise) Balkanlara giden her kafile için gidilmediği takdirde çok eksik kalınacak eski bir okul binası ve hepimizin de bildiği üzere Dahi, Yüce insan, Türk Milletinin kurtuluş savaşını başlatan ve büyük başarı ile sonuçlandıran M. Kemal Atatürk’ün askeri liseyi okuduğu okuldur.




Bu bina mesai saatleri içinde hep açık ve müze olarak kullanılmakta belli bir ücret karşılığı olarak içeri girebiliyorsunuz.

Zemin kattan çift taraflı dönen merdivenler ile üst kata çıkılıyor ki Atatürk’e ait anı odası imza defteri ve diğer eşyalar burada camlı koruyucular içerisinde saklanmakta. Bu odada Atatürk’ün Liseye başladığı 17 yaşındaki balmumu heykeli ve o yıllarda giyilen askeri lise kıyafetleri sergilenmekte.

Bu odada bambaşka duygularla dolarak aslında çok iyi bildiğiniz Atatürk’ümüzün hayatı ile ilgili belirli bir dönemini geçirdiği okulda daha fazla zaman geçirmek isteğiniz uyanıyor.

Duygularınızı yazabileceğiniz bir de anı defteri bulunuyor odada.

Biz de kendi hissettiklerimizi o anki duygularımızı kalemimiz titreyerek yazmaya çalıştık ne yazsak yetersizlik hissi kapladı benliğimizi.






Bize verilen süre bitince de gururlu olarak odadan sessizce ve yüreğimiz kabarmış içimiz taşmış bir şeklide ayrıldık ve bu etkiyi hala üzerimizde taşıyoruz.

 

    ARNAVUTLUK  

Akşam saatlerinde Arnavutluk'un en eski yerleşim yerlerinden birisi olan İşkodra'ya epeyce yorgun olarak vardık.

Yolları ve akşamüzeri, yağmurlu hava ve bol ışıklı parlak caddeleriyle dikkatimizi çekti.

Asıl hedef ertesi günkü baş şehir Tiran olduğundan otele gidildi ve herkes dinlenmeye çekildi.

Yolumuz sabah erkenden Tiran'a doğru başladı ve otobüsümüz bir cadde üzerinde bizi bıraktı rehberimiz eşiliğinde yürüyerek İskender bey ( Büyük İskender değil.) meydanına gidildi. Çok büyük bir meydan bir çok grup var epeyce kalabalık. Sokak çalgıcıları ve onlara, çaldıkları kıvrak müzikler eşliğinde uyum sağlayıp oynayan gelen gruplar.

Daha sonra da rehberimizin bize gösterdiği bir pastanede tavsiye üzerine çok beğendiğimiz Balkanların meşhur tatlısı Trileçe yemek için gidiyoruz.

Rehberimiz Makedonya'da gideceğimiz yer olan Ohrid gölü etrafı ve Türk çarşısı bölgesinde bize bir kadın rehber tanıttı.

Çok tecrübeli ve konuşmasını kendi rahmetli halam'a benzettiğim rehberimiz bize çok değerli bilgiler verdi.

Ohrid gölünde bulunan çok özel bir istridyeden elde edilen bir inci çıkarılıyormuş burada.

Bizi, sahte olmayan gerçek inciyi ve bununla ilgili gerekli açıklamaları yapabilecek ''Abedin'' isimli bir kişiye ve onun inci satış yerine götürdü.

İnciler çıkarıldıktan sonra yine Ohrid gölünden çıkan bizdeki Hamsiye benzeyen bir balık türünün pulundan elde edilen bir sıvı ile parlaklık kazadırıldıktan sonra satışa sunuluyormuş.

Bu anlatımları dinlerken yorgunluk atmak için oturma fırsatı bulabildim. Bacaklarımı artık hissetmiyorum adımlarım kendiliğinden gidiyor ama bir yandan da mutluyum.

Dükkanın içinde büyük sepetlere doldurulmuş iri sulu elmalar bulunuyor leezzeti bir harika. Kocaman bir elmayı iştahla ısırarak yiyorum herkes elma yiyor.

Aslında benim atalarım, Ohrid değil Yunanistana daha yakın olan başka bir göl olan Doyran gölü cıvarından.

Ancak biz oraya gidemedik belki daha sonra özel bir seyehatte oraya da gitmeyi planlıyoruz.

Son olarak da yine müslüman nüfusun çok olduğu kuzey Makedonya'nın başkenti Üsküp'e geçiyoruz burası da anne tarafından dedemin memleketi. Çok harika, Türkçe konuşulan bir Osmanlı çarşısı bulunuyor. Üsküp köftesi ve güveçlerde pişirilen kuru fasulye, etli çorbası harika.

Öncelikle yine bizi bir kadın rehber karşıladı her halinden çok sempatik güzel Türkçesiyle bizi yürüttü çarşıda. Eski Üsküp ile yeni yapılaşma başlatılan yeni Üsküp arasında çok farklar var.

Bence, yeni yapılanma adıyla binalar arasına yapılmış devasa heykeller görüntüyü çok bozmuş.

İki bölümü birbirinden ayıran, Çarşının bitiminden başlayan Osmanlı mimarisi Vardar köprüsü harika bir taş köprü. Bize bir Anadolu şehrinde olduğumuz hissini veriyor.





Şehrin yeni yapılaşma kısmında başta Makedon kralı Büyük İskender, babası 2. filip ve Bulgar İmp. Makedonya doğumlu hükümdarı Çar Samuli ile Kiril alfabesini bulan Cyrill ve Methodius kardeşlerin antik tarih figürleri olarak Üsküp meydanında epeyce kalabalık bir heykeller dizisi olarak başımızı döndürdü diyebilirim.

 

Saygılarımla.

 

ÖZDENER GÜLERYÜZ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

  1. Balkanlar geziniz ile ilgili yazmış olduğunuz yazınızı zevkle okudum. Çok güzel ve faydalı bir gezi olduğu akıcı bir üslup ile yazmanızdan anlaşılıyor. Özellikle Manastır Askeri İdadisi ile ilgili yazdıklarınız beni de çok duygulandırdı. Yine iç savaş sırasında kasıtlı olarak yıkılan ve daha sonra Ülkemiz tarafından aslına uygun bir şekilde yeniden inşa edilen Mostar köprüsünün de görülmeğe değer bir yer olduğuna inanıyorum. Sağlıklı yaşam içinde daha nice güzel gezilere katılmanız dileklerimle iyi günler diliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli dostum içten ve anlayarak okuduğunuz ve güzel yorumlarınız için minnettarım. Saygılarımla.

      Sil
  2. Özdener bey merhabalar. Yazınızı okurken kendimle ilgili düşüncelere daldım. Ergenlik ve gençlik yıllarımda şu an adını bilmediğim pek çok hikaye ve roman ağırlıklı kitaplar okuyordum. Amaç okumak boşa vakit geçirmemekti. Ancak iş hayatına başlayınca yoğun iş temposunda okumayı zamanla bıraktım ve sadece konusu ile ilgili meraklandığım yazıları okumakla yetindim. Uzun bir süre neredeyse her gün gazeteler alır köşe yazarlarının yazılarını okurdum. Şimdi ise genelde internet haberleri veya bazı güncel olaylara ilişkin sadece bilgi edinme için kısa yazılar okuyorum. Demem o ki sizin yılların bilgi birikiminizi, içinizdeki duyguları aktarmak için harcadığınız enerjinizi hissedebiliyorum. Bunun banada ilham kaynağı olup değişik kaynakları kullanıp kendimi daha mutlu hissedeceğim, bilgi ve kültür seviyemi yukarıya çıkarabileceğim bir çaba içine girme gayretime yardımcı olacağını düşünüyorum. Başarılı oldum veya olamadım diye düşünerek değil doğruyu yaptım mı yapamadım mı şeklinde kendimi sorguluyorum. Umarım hakkımda hayırlı olur bu düşüncelerim. Sizin çalışmalarınızı her zaman takdir ettiğimi ifade etmek istiyorum. Umarım sizin gibi yazar ve şairleri daha iyi anlayabilecek kapasiteye ulaşabilirim. İyi günler dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli Erdal kardeşim. Yıllardır iş yerimizde her derdimizi bilen, koşan bir kardeşimiz olarak bu yaklaşımın beni çok etkiledi. Lütfen kendi içinde olan bitene ve Dünyaya bak. Aklın ve hislerin sana ne diyorsa onlar doğrulardır. Okumaya elbette devam et ama bir taşma noktası gelmişse yazmaya da başlayabilirsin bu çok normal. Eğer sözünü ettiğin o ilham kaynağı ben olabilirsem inan Dünyadaki en mutlu kişi olurum. Gözlerinden öpüyorum.

      Sil
  3. Özdener Kardeşim;
    İyi bir okuyucu olduğunu biliyordum.Yazılarınla iyi bir yazar olduğunu gördüm.Balkanları görmüş
    birisi olarak bu yazın oldukça ilgimi çekti.Severek okudum.Yazılarının ve başarılarının devamını dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli ağabeyim Erol Özdeş, Öncelikle beni ''yazar'' olarak nitelendirmenizden büyük onur duydum. Telefonda da görüştüğümüz gibi Balkanlar Çok muhteşem bir tartışma ve içsel düşünme değerlendirme konusu ancak konuyu bilen araştıran yerinde gören insanlarla bu daha da zevkli bir duruma geliyor. Uzaktan Balkanları anlamak oldukça da zor. Bana gönderdiğiniz Necati Cumalı eserlerini de aldım ve okuyacağım elbette. Bunun için ve değerli yorumunuz için sonsuz teşekkürler.

      Sil
  4. Gezip gördüğümüz yerleri sizin kaleminizden okuyup tekrar anımsamak çok güzel. Teşekkürler. Bence verimli ve mutlu bir geziydi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kadriye hanım selam, yazımın altında yorumunuzu görünce çok mutlu oldum. Gezimiz süresince gösterdiğiniz dostluk ve arkadaşlığa çok çok teşekkürler ederiz. Geziyi tekrar anımsatırken güzel anı ve düşüncelerle geri dönüş yaptırabildiysem ne mutlu bana. Eşinize, kızınıza ve size sonsuz teşekkürlerimle saygılarımı iletiyorum.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇİNİZDE ŞARKI SÖYLEYEN VEYA DÜŞÜNEN ÖZ, HALA YILDIZLARI UZAYA DAĞITAN O İLK AN'IN İÇİNDE DEVİNİYOR MU?

BİREYSEL KÖRLÜKTEN TOPLUMSAL KÖRLÜĞE GEÇİŞİMİZDE ; ''ÖZGÜRLÜK '' VE ''MASUMİYET'' SEMBOLLERİMİZİ ARAMA GİRİŞİMLERİMİZ ÜZERİNE.

PARADİSE LOST- SMYRNA 1922. '' YARALARI KİM DÜŞÜNÜR, ÖLSEM NE GAM!'' : YÜZBAŞI ŞERAFETTİN, 9 EYLÜL 1922