BU ÜLKEDE YAŞIYORSANIZ VE AĞLASUN'UN SAGALASSOS' UNU GÖRMEDİYSENİZ BU BİR KAYIP.
Ama her bir yan cennet yıkısıdır.
Çağ çağı siler, zaman zamanı söndürür.
Ama burada çağların silemeyeceği, zamanların söndüremeyeceği bir güzellik vardır.
Ege’nin harabelerinin çatlak duvarlarının
kulelerinin, çökmüş surlarının, devrilmiş sütunlarının üzerinde güzellik gururunun, yalnızlığın ışığı parlar.
Kalabalık ev yıkıkları arasından, bembeyaz yollar,
ağararak yokuş yukarı süzülür, mermerler sanki binlerce yılın gurup ve şafaklarının pembesini eme eme, utanan gelin yanağı gibi kızarmışlardır.
Güney ikliminin etkisi midir nedir; burada
yıldızlar başka yerde gördüklerimizden çok daha gençmişler gibi şen ve şakraktırlar.’’
Halikarnas Balıkçısı.
**
Yüksekçe bir yerde, o güzelim antik
çeşmenin yanına geldiğimde, geriye doğru dönüp baktım.
Hava oldukça soğuktu, Tepeler aşağıya
doğru alçalarak ovaya inmekteydi.
Buradan sislenmiş ova, çok farklı ve hoş
görünüyordu.
Hemen aşağıda, tam ortasından geçen
yoldan geçerek bulunduğumuz yere geldiğimiz, Ağlasun evlerinin kiremitleri
görülmekteydi.
Elimi mimarisine hayran
olduğum çeşmenin önündeki sararmış uzun mermer su yalağının içine daldırdım.
Binlerce yılın ağırlığını duydum elimde.
Buz gibiydi su.
Sagalassos’un en önemli eseri olan
Antoninler çeşmesi. Çeşme, MS 161 – 180 yılları arasında Roma İmparatoru Markus
Aurelius zamanında yaptırılmış.
28M genişliği ve 9M yüksekliği ile
anıtsal bir yapı.
Ustalığının karşısında kelimeler
yetersiz kalıyor, yedi farklı renk ve özellikte Afyon mermeri kullanılmış.
**
Ağlasun’un Sagalassos’u, kendisiyle pek
ilgilenmeyen Ağlasun’a dargın gibiydi.
Sagalassos, Ağlasun’u pek
ilgilendirmiyordu, yalnızca sırtında taşıyordu sanki tüm tarihinden sorumluymuş
gibi.
Orada durduğu ve ayağa kalktığı
dirildiği sürece de bu değişmeyecekti.
Ağlasun kabul etmese de binlerce yıllık
gerçek buydu.
Sagalassos, Ağlasun’a sadece yedi KM
kuzeyinden ve biraz da üzerinden bakıyordu.
Sağalassos, Ağlasun’un şimdi toprak
altında yatan, dirilmeye, ayağa kalkmaya çalışan kendinden binlerce yıl daha yaşlı
kardeşiydi.
**
Antik kentin eski adetlerine göre yüksek
yerlerinin kayalık bölümlerinde yer yer mezarlar oyulmuştu bunlar günümüzde
dahi görülmekteydi.
İşte o mezarlardan alınmış antik insan
kemikleri incelendiğinde Sagalassos halkının Hititler idaresini kabul etmiş
Luviler olduğu anlaşılmakta.
Çok akıllıca, korumalı bir yamaca kurulmuş kente
bulunduğum yerden ayrılmadan şöyle bir baktım. Tarih yerin altına çekilmişti
sanki. Bazı noktalarda ortaya çıkarılan kent tiyatrosu, tapınaklar, kitaplık,
su kanalları ve agorasıyla burada binlerce yıl önce bir yerleşim, bir şehir ve
o şehre ait insanların olduğunu bize anlatıyordu.
Çimenler arasındaki sarı ve mor çiçeklere,
papatyalara baktım. Her yerdeydiler. Yıllar öncesinden bu güne kadar hiç
durmadan, yorulmadan açıyor ve yine açıyorlardı. Soğuk rüzgar onların arkadaşı
gibiydi.
Çok yakında havanın ısınacağını biliyor
gibiydiler.
Onlar şimdi açmış olsalar da, bin yıllar
önceki görüntülerini ve özelliklerini hiç bozmadan tepeleri sarıya, beyaza ve
mora boyamaya devam ediyorlardı.
Onlar yıkıntıların, devrilmiş ve üst
üste yığılmış kentin yapı taşlarının arasından fışkırarak, Sagalassos’un her
baharının nöbetçileri, her kışının gözcüsü ve tüm tarihinin sözcüsüydüler.
Yorucuydu, bu çok eski antik kenti dolaşmak.
İlerde kaya mezarları görülüyordu.
Şehrin ana giriş kapısındaki süslemeler ise görülmeye değer şaheserlerdi.
Gecesinde ve gündüzünde, şehrin giriş
kapısının süslemelerinin altından henüz o mermerler yerinde ve kemerli kapı
şeklindeyken, birçok ziyaretçisini altından geçirerek ağırlamıştı bu kent.
Çoğu da barış için gelmemişti.
Bu kenti zapt etmek istemişti birçok
kavim.
Ama yerleşim yeri nedeniyle işgali çok
zordu. Bunu aklıyla başaran bir komutan vardı tabi ki.
Gece çökmüşken şehirde, gizlice elli bin
askerini şimdilerde kendi adıyla anılan tepeye çıkartmış, Yüksekte ve meyilli
arazisi yüzünden kimselere yar olmayan kültür şehri, Sagalassos’u bir gecede
zapt etmişti.
İşte oradaydı görüyordum Büyük
İskender’i. Hatta binlerce ok havalanmışta üzerime yağıyordu. Ürperdim birden.
Boşuna ona “Büyük” dememişlerdi.
Gözlerim her dakika geri dönüp İskender tepesine
tekrar tekrar işgalin askerlerini görecekmişim gibi bakarken, agoranın
ortasında yükselen kare kesitli anıtta sabitlendi.
Zaferin komutanına atfedilen kaidenin üzerinde
yükselen duvarlarda zarafetle dans eden ve ellerinde ki tül şeritlerle
birbirlerine bağlı olan genç kız figürleriyle anıtsal bir şaheser olarak
yükseliyordu.
Bu anıt geçmişin büyük kahramanları için
yaptırılan ve dans eden kız figürleri ile dekore edilmiş ve adına da Heroon (kahramanlar
için yapılmış anıt.) denilmiş.
Bu kentin en önemli şeyi sanırım
geçmişte “su” idi. Kentin her yanı muhteşem Roma mimarisiyle inşa edilen
günümüzde de ayağa kaldırılıp eski şekli verilmeye çalışılan su kanallarının
birbirine bağladığı çeşmeleriydi.
Antik kentin en tepesindeki girişi
tamamen kapanmış yıkık antik tiyatronun hemen Gece çökmüşken şehirde, gizlice
elli bin askerini şimdilerde kendi adıyla anılan tepeye çıkartmış, Yüksekte ve
meyilli arazisi yüzünden kimselere yar olmayan kültür şehri, Sagalassos’u bir
gecede zapt etmişti.
İşte oradaydı görüyordum Büyük
İskender’i. Hatta binlerce ok havalanmışta üzerime yağıyordu. Ürperdim birden.
Boşuna ona “Büyük” dememişlerdi.
**
Antik kentin en tepesindeki girişi tamamen
kapanmış yıkık antik tiyatronun hemen yanında şehri seyrettiğim noktada hemen
yanımda, suyun değerini bize kadar ulaştıran ve kolonları sanki dokunsak
yıkılacakmış kadar üst üste konulmuş ayağa kaldırılmış güzelim süslemelerle
bezenmiş mermer çeşmeye hayranlıkla bakıyorum.
Arkasındaki gizli yerden su şimdi de
geliyordu.
Daha aşağıda agora bölümünde bundan daha
büyük, tam anlamıyla muhteşem, günümüz anlayışına göre insanlara ve hayvanlara
su ikram eden agoradaki çeşme, daha da görkemliydi.
Binyılların ağırlığı üzerine çökmüş ve
sanki yana doğru nazlanırcasına yatmıştı. Agoranın dört köşesinde Sagalassos’un
simgesi günümüze sadece bir tanesi yarım olarak kalmış altı kaideli uzun sütun
dikitleri ve bunların üzerindeki heykellerdi. Bunu, hemen yanda bulunan
simgesel resimden anlıyordunuz. Gerçek zamanında bu sütunlar, Sagalassos
agorasının övünülecek eserleriydi şüphesiz ki.
Aşağılarda ise, tüm Roma kentlerinde insanların
günlük sohbet ve siyaset tartışmalarını yaptıkları ve temizlendikleri hamam
bölümü yer alıyordu.
Su, Sagalassos’un her şeyiydi.
Tüm Roma şehirlerinde olduğu gibi, her
yerindeydi, Ölmüş yüreği, belli ki zamanında suyla yıkanıp arınmıştı. Suyu bize
anlatmak, Suyun ne olduğunu, söylemek istiyor gibiydi. Sagalassos, bize
tertemiz olarak kalmıştı.
Roma imparatorluk döneminin en önemli
şehri olarak görülmekte.
Sagalassos’un ilk tespiti ise, 1706 yılında
Fransız gezgin Paul Lucas tarafından yapılmış.
Bu ülkede yaşıyorsanız ce Sagalassos’u
görmediyseniz bu bir kayıp hem de büyük bir kayıp.
Su, Tunus Kartaca antik kentinde ne ise,
Türkiye’deki Sagalassos’ta da oydu.
Kentin agorası oldukça büyüktü. Günlük
yaşamın hareketliliği, ticaretin ileri seviyede olduğu, Kente dışarıdan birçok
insanın gelip gittiği bu gün bile anlaşılmaktaydı.
Günümüze kadar gelen söylentiye göre,
savaşan orduların askerlerine tahıl satılan bir kentti burası.
Soylu bir ailenin adıyla anılan kare şeklinde inşa
edilmiş kent kütüphanesinin ayakta kalan bölümlerini incelerken içeriye
girdiğinizde, yerde tam ortada büyük bir mozaik olduğunu fark ediyorsunuz.
Yazıtından anlaşıldığı kadarıyla M.S.
120 yıllarında şehrin önemli zengin ailelerinden olan Neon’lar tarafından
yaptırılmış daha sonra da zemini iki mozaikle kaplanmış. Daha büyük olan mozaik
ortasında, Aşil’in Troya Savaşına katılması betimlenmiş.
Kent tiyatrosu ve kent kitaplığının,
inanılmaz ve şaşırtıcı güzellikte olduğu gözden kaçmıyordu. Görmek için
bakanlara, ince sesiyle, düşük frekanstan sesleniyordu
yıkılıp yerle bir olmuş tiyatro.
Günümüzde, çok ama çok daha ileri bir seviyede
olması gereken kültürel varlıklarımızın yaşatılması için verilen yetersiz
mücadeleyi düşündüm. Binlerce yıl önce bu kentin insanlarının kültür ve sanata
verdikleri değerle kıyaslayınca, üzüntü duymamak ise, mümkün değildi.
Günümüzden binlerce yıl öncesinde sanata ve
kültüre verilen değer, Pisidia’nın kültür kenti Sagalassos’un kent tiyatrosu
gibi, yerle bir olmuş kültür ve sanat değerlerimiz arasındaki bu benzerlik,
içimi sızlatıyor. Havadan üzerime İskender’in askerlerinin yağdırdığı binlerce
ok gibi yüreğime saplanıyor.
O galibiyetten başka bir şey tanımaz
komutan bir savaş daha kazanıyor.
ÖZDENER GÜLERYÜZ
Emeklerinize sağlık .O zamanın içindeymiş sanıyor insan kendini.(Başımdan aşağı yıldızlı oklar yağdı).Yaşarken yaşamadığın bir zamanın içinde gezinmek .Muhteşem bir yazı olmuş.📚👏👏👏💫🙋
YanıtlaSilÇok güzel vw değeeli bir hissedişle yorumlamışsınız. Teşekkür ederim Çevrim Çay.
Sil