KÜLLERİNDEN DOĞMAK VE TOLERANS'IN SİMGESİ, PARADİSE LOST - SMYRNA 1922 - ( KAYIP CENNET SMYRNA 1922.)
Gerçek bir İzmirlinin en gururlandığı ve mutlu olduğu
gün hangisidir bileniniz var
mı?
Size, İngiliz yazar ve gazeteci, Giles Milton’un
orijinal adı ‘’Paradise Lost-Smyrna 1922’’ olan, Türkçe adıyla, ‘’Kayıp Cennet
Smyrna 1922’’ isimli kitabından okuduğum ve bırakın bir İzmirliyi, bir
yabancının gözünde bile o mutlu gün hangisidir, biraz anlatayım izninizle.
‘’Türk Süvarilerinin at üzerinde rıhtım boyunca
yürüyüşü görülmesi gereken bir gösteriydi. Biniciler eyerlerinin üzerinde
dimdik oturmuşlardı. Palaları, açıkta güneşin altında pırıl pırıl parlıyordu.
Başlarında ay ve yıldızla işlenmiş siyah Çerkez
fesleri vardı. İlerledikçe ‘’KORKMA! KORKMA!’’ diye bağırıyorlardı.’’
Bu satırları okuyan bir Türk insanının, az çok
İzmir’in kurtuluş savaşı sonunda, Türk ordusunun İzmir’e girişini en azından
her 9 Eylül’de tekrarlanışını ve Türk Süvarisinin İzmir’e girişini
canlandırıldığı sahneleri gören kim olursa olsun, bu günün 9 Eylül 1922
olduğunu bilir ve anlar mutlaka.
Diyor ki Milton; ‘’Gün boyunca Smyrna nefesini tuttu.
Türk topraklarında, İngiltere ve diğer batılı güçlerin askeri ve politik yönden
desteklediği Yunanistan’la üç yıl süren vahşi bir savaşın sonunda, Türk
süvarileri, zaferle şehre giriyordu.’’
O zamanlar, İzmir’deki Yunan nüfusu Atina'dakinin iki
katıydı.
Bizans’a dayalı köklerden kalanlar şehrin dört bir
yanına yayılmıştı.
Mumla aydınlanan kiliselerde Ortodoks papazlar ikinci
yüzyılda burada şehit olan St. Polycarp’ın ruhu için ağıtlar yakardı.
Daha o zaman bile Smyrna’nın eksiksiz bir Hristiyan
soy ağacı vardı.
Kutsal St. John tarafından Küçük Asya’nın yedi
kilisesinden biri olarak adlandırılmıştı.
1922 ‘de şehrin Hristiyan nüfusunu oluşturanlar arasında
Yunanlılar, Ermeniler, Levantenler, Avrupalılar ve Amerikalılar vardı.
Buna rağmen Türk ordusuna hiç direniş olmamıştı.
Smyrna uzun zamandır bir ‘’TOLERANS’’ simgesiydi.
Benzer görüşte ve yaşamları birbirine geçmiş farklı
milliyetlerden halklara ev sahipliği yapmıştı.
**
Yazıma devam
etmeden tam da yeri gelmişken, üstteki
satırda tırnak içinde
belirtilen ''TOLERANS'' sözcüğü ve devamındaki cümlede anlatılmaya çalışılan öz'ün öz'ü diyebileceğim tarzda yazılmış cümleyi tekrar eder de o muhteşem ''öz'' 'e yakından bakarsak ve
tekrarlarsak,
'' BENZER GÖRÜŞTE VE YAŞAMLARI BİRBİRİNE GEÇMİŞ FARKLI MİLLİYETLERDEN HALKLARA EV
SAHİPLİĞİ YAPMIŞTI.''
Cümlesi, beni gerçekten de uzun yıllar tam da bu konu üzerine birbirine çeçmiş yaşamları içinde farklı milliyetlere bir kent,
nasıl olur da yıllarca suskun, kırgın, işgal altında ama gün gelecek o güzel, özgürlüğünü yeniden alıncaya kadar, kendinden
emin olarak, bağrındaki halkların insanlarını kaynaştırmış, birbirine komşu
etmiş, onları doyurmuş, bakmış, büyütmüş, sevecen kent olma özelliğini içten içe kendi aklınca koruyabilmiştir?
''LAVANTEN'' adı
altında söz
konusu tüm
ülkelerin
iş adamları kendi ülkelerinde
yetişmeyen EGE'ye ait diyebileceğim, çekirdeksiz
üzüm ve İncir başta olmak üzere, tütün ve diğer tarım ürünlerini, Ege'nin içlerinden başta Aydın ve Muğla olmak üzere diğer şehirlerden deve
kervanlarıyla İzmir'e getirmiş burada kurdukları ihracat şirketleri
vasıtasıyla, işletmelerde, eşleri, çocukları,
kardeşleri savaşta olan Türk
kadınlarını çalıştırarak
elden geçirtmiş,
paketlemiş ve yurt dışına ihracata hazır hale getirmişlerdir.
Bu zamanla öyle bir hal almıştır ki, İzmir'den
Aydına demiryolu hattı kurmak zorunda kalınmıştır.
hatta bu günkü şehitler caddesi üzerindeki bu işletmelerde paketlenen ürünlerin Limana tren ile sevkiyatı için İzmir kordonuna tren yolu bile döşemişlerdir.
Osmanlı Türkiye'sinin son yüzyılında tüm yaşam hakları elinden alınmış,
uygarlık yolunda ticaretten ve sanayiden adeta men edilmiş bir ulus vardır.
Bu ulus,
memleketin ‘’kullanılan efendiler’’ ini oluşturmaktadır. Memleketin ''Asıl Efendiler'' i ise Lavantenlerdir.
**
Smyrna’da yaşayan Amerikalılar buranın adını
‘’CENNET’’ koymuşlardı. Bu şaşılacak bir durum değildi; burada hayat önyargıdan
uzaktı.
Amerikalıların ülkelerinin her tarafında hissedilen
yobazlıktan kaçmak için bir Müslüman şehrine gelmek zorunda olmaları birçok
kişi tarafından ironik bulunuyordu.
**
O gün öğleye doğru, nüfus rahat bir nefes aldı.
Felaket tahminlerinin yanlış olduğu açıktı.
Smyrna kurtulmuştu. Büyük Levanten hanedanlarının
malikanelerinin bulunduğu sakin bir varoş olan Bornova’da (Bournobat) yaşayan
çoğu insan, panik duygusunun başından beri büyütüldüğünü düşünüyordu.,
Milton kitabında, bu Levantenlerden Hortense Wood’un o
sabahın büyük bölümünü oturma odasının penceresinden Süvarilere bakarak
geçirdiğini, Öğleden sonra ise, tehlikenin geçtiğini anladığında günlüğüne tam
olarak şu notu düştüğünü yazıyor:
‘’Mükemmel disiplin ve mükemmel sükunet.
Bir kurşun bile atılmadı. Yunan idaresinden Türk
idaresine geçiş tüm beklentilerin ve endişelerin aksine tam bir sakinlik içinde
gerçekleşti...
Bu değerlendirmeleri izleyen iki hafta içinde ise
yaşananlar, 20. yüzyılın en trajik dramlarından biri olarak tarihe geçmeli.
Farklı milletlerden erkek, kadın ve çocukların oluşturduğu masum siviller
dünyanın hiç görmediği boyutta bir insanlık dramı ile karşı karşıy
kaldı. Şehrin tüm nüfusu
yanlış bir politikanın kurbanı oldu.
1922 Eylülünün olayları hızla tarih sayfaları arasındaki yerini aldı.
Ama hepsi doksanlı yaşlarda olan bir avuç insan bugün
de Smyrna’nın yok oluşunu hala her gün hatırlamaya devam ediyor.
SMYRNA NIN İMBATI, KIYILAR VE FRENK CADDESİ
Brussalis ailesi ticaretle uğraşan zengin bir aileydi.
Büroları Smyrna’nın merkezindeydi. Öğleden sonraları meşhur batı rüzgarı imbat
denizden esmeye başladığında Petros’un babası ve annesi en iyi giysilerini
giyer ve Ege kıyısındaki akşam gezintilerine katılırlardı.
Kıyıda yükselen bankalar ve kulüp binaları Smyna’nın
zenginliğini Kanıtlardı. Sporting Club, Grand Kraemer Palas Oteli ve Smyrna
Tiyatrosu öyle büyük yapılardı ki beyaz duvarlarına güneş vurduğunda denizde
birkaç mil açıktan görülebilirlerdi.
Bütün bu zenginliğin içinde yoğun bir insan
hareketliliği vardı. Çığırtkanlar ve sokak satıcıları bir buçuk kilometre
uzunluğundaki Rıhtımda mallarını satmak için dolaştırıyorlardı. Su satıcıları
bakır kaplarını tıngırdatıyor, hocalar bir iki kuruş kazanabilmek umuduyla dua fısıldıyorlardı.
Genelde İtalyan olan yoksul avukat katipleri de
indirimli fiattan yabancı dil dersleri vermeyi öneriyorlardı.
Her zaman canlı olan barlar, ufak restoranlar ve
kafelerin gölge bahçeleri rıhtım boyunca sıralanmıştı.
Ermeni pastanesinden kavrulmuş zencefil kokusu
gelirdi. Türk kahvelerinden ise nargileden dökülen elma dumanı... Kahve ve
zeytin, nane ve Konyak…
Her koku fark ediliyor, üç düzineden fazla mutfak
kültürünün varlığını kanıtlıyordu.
Frenk Caddesi, Avrupa bölgesinin ortasından geçen ana
caddeydi.
Motorlu arabanın gelişiminden çok önce yapıldığı için,
insan trafiğine bile izin vermeyecek kadar dardı. Kalabalığa, sıcağa, gürültüye
ve eşek ve develerle çarpışmalara rağmen şehrin alışveriş için en gözde
caddesiydi.
İşte değerli İzmirliler, küllerinden doğan modern
Türkiye Cumhuriyeti’nin Smyrnası, Türk ordusunca bir kurşun dahi sıkılmadan
geriye alındı ama, Giles Milton’un muhteşem anlatımında gerçek yerini bulan o
kıyılar, Yunanlıların İzmir’i terk ederken yakıp yıkmadan önce böylesine güzel
bir yerdi...
Sadece bu durum bile günümüzde süren Türk ve Yunan
anlaşmazlığının -her ne kadar içimize sindirmeye çalışsak da- nerelere
dayandığının anlaşılması için yeterlidir sanırım.
New York Times başlığı kısa ve özdü. ‘’Smyrna
yeryüzünden silindi’’ diyordu. Abartı değil, sadece durum bildirir bir
başlıktı.
Smyrna’nın yok edilişinden sonra oluşan daha da büyük
krizi hiç kimse önleyemedi. Neredeyse iki milyon kişi kendilerini öyle bir
destansı felaketin ortasında buldular ki; bu felaketin şok dalgaları Avrupa ve
Amerika’ya kadar ulaştı. Ve iki hükümetin düşmesine neden oldu.
Aileler atalarının yaşadığı evlerden zorla
çıkarılırken Küçük Asya’daki 2000 yıllık Hristiyan uygarlığı ani bir sona
yaklaşıyordu.
Atatürk’ün modern Türkiye Cumhuriyeti canlı ve yeni
bir ülke olarak Smyrna’nın küllerinden doğuyordu.
ÖZDENER GÜLERYÜZ
👏👏👏💙🙋
YanıtlaSilElleriniz dert görmesin. Teşekkürler selamlar. Çevrim hanım.
YanıtlaSilSizce alkışlamak mı yoksa yaz mı zor?
SilÖzdener Bey yazılarınızın herbiri göz nuru el emeği çok değerli.Bizlere alkışlamak düser.Bilgilerimizi canlı tuttuğunuz için çok teşekkürler. Sevgi/saygı/slm lar.
Çevrim hanım beklemediğiniz bir cevap olacak ama ALKIŞLAMAK diye cevap vereceğim sorunuza. Nedeni de çok açık. Tekrar teşekkürler.
YanıtlaSil