EVRİM SÜRECİNDE GİRDİĞİMİZ ÇIKMAZ SOKAK VE İÇİNDEN SAĞ ÇIKMAKTA USTALAŞTIĞIMIZ YENİLGİLERİMİZ.
'' Fevkalade zaferlerim olmayabilir, fakat içinden
çıkmayı başardığım yenilgilerimle sizi şaşırtabilirim''
Cümlesiyle günümüzde
dahi insan türünün, birey olarak yaşamında her zaman üstün
zaferlerle taçlanamıyacağını, alacağı muhteşem ezilmeler, dışlanmalar,
aldatılmalar, kendi türü olan Homosapiens'in, bırakın diğer insan türlerini
kendi kendini bile, farklı yüzleriyle bin yıllardır evrim geçiren
büyüyen, düşünen beyni ile aklının arka bahçesinde
başka çıkarlar, gelecek planları yaparak, hala aldatıyor
olabileceğini, böylece aslında tüm
Sapiens ailesinin, güle oynaya değilse de düşe
kalka diyebileceğimiz bir öğrenme, gelişme, kendini bilme ve tanımlama sürecinden
geçtiğini mi vurgulamakta sizce?
Varoluşçu felsefenin isimlerinden biri olarak
bilinen Alman filozof, Martin Heidegger, ( 26 Eylül 1889 Almanya - 26 Mayıs 1976
Almanya)
''Hem düşünmek, hem de yapmak bir soru içinde iki fiiil, benim için çok fazla.''
Diyerek yukarıda çerçevesini çizdiğim görüşü biraz özellikle de Homosapiens için zor olduğunu mu vurguladı?
Diğer yandan, Yine
Alman matematikçi,
Filozof, Hukukçu,
ve dönemin
idarecilerine danışmanlık yapmış bir entellektüel olan, Gottfiried Wilhelm Leibnitz,
( 1 Temmuz 1646 Leipzig - 14 Kasım 1716 Hannover )
''Dünyamız mümkün dünyaların en iyisidir.''
diye bir söz söylemiş, Buna karşılık da Leibnitz'den
yaklaşık elli yıl sonra dünyaya
gelen François
Marie Arouet, ya da Volteire ( 21 Kasım 1694 Paris - 30 Mayıs 1778 Paris ) takma adıyla tanınan Fransız yazar ve flozof,
Fransız aydınlanmasının babası sayılan hepimizin ismine aşina olduğumuz o
meşhur kişi de, Zamanın toplumsal, dini, politik ve kültürel konularını radikal biçimde eleştirmiş ve ''Candide'' adını
verdiği kitabında demiş ki;
''Mümkün dünyaların en iyisi bu ise, melekler
aşkına, ötekiler
nasıldır acaba?'' ve ilave etmiş;
'' Tanrı iyiyse, Dünya’da neden kötülük var?''
İşte bence zurnanın ''zırt'' diye ses çıkardığı yer burası. Belki de biraz açmam gerekecektir bu noktayı.
Yeni Foça'nın pazarı Çarşamba günleri kurulur.
Ben de her gün olduğu gibi önce sabah kahvemi içmek ve biraz deniz havası solumak için, Yeni Foça' nın çarşıya en yakın kısmında bulunan ve çok kişinin kahvaltılıklarıyla beraber
gelip çay
ya da diğer yiyecek ve içeceklerini
sipariş ettikleri kafeye her gün
olduğu gibi uğradım.
Ve yaklaşık bir
saat kadar çevremi
gözlemleyerek
kahvemi içtim
sonrasında da yakında olan pazaryerine uğradım.
Yaklaşık iki aydan
bu yana, bildiğimiz pazar yerinde, bırakın manav esnafını, yakın köylerden ürününü getirmiş içinde bulunduğumuz yaz aylarında
mevsim meyve ve sebzelerinin geçen
yıllara göre
fiatları inanılmaz derecede hiç
tanık olmadığımız seviyelerde geziniyor.
Gıda enflasyonu
market ve Pazar yerlerinde çok yazıktır ki gözlerimizde, gündüz gözüyle
floresan ışıltısı yaratacak şekilde parlamakta, Türk halkı çok üzgünüm ki
zaten, bin dokuz yüz elli yılından bu yana vatanımızı tutan bir fırtınanın tam
ortasında.
Market ve Pazar yerlerinde
şimşekler çaktıran bu fırtına, zamanla hücre oluşumuna dönecek ve hava günlük güneşlikken
birden kararacak rüzgarlar hortum oluşturacak ve başımıza portakal büyüklüğünde
dolu yağmaya başlayacaktır.
Bu durumu yaratan
ve toplumun gelişmesini engelleyenler sadece politikacılar değildir. Aralarında
para karşılığı yataklık yapanlar, cahil ideologlar, iş adamları,
akademisyenler, her ipte yürüyebilen cambazlar var.
Mevcut durumdan
yararlanmak isteyenler zaten bize kendilerini seçim sürecinde bizzat
gösterdiler.
Aynı mekanizmanın
organik üyesi olan çöplük sakini, siyaset esnafı ruhunu sattığını bizden
gizleyerek televizyonda aylarca ahkam kesti.
Sonrasında seçim
gecesi kendi partisini sattığını öğrendik.
Aklı doğru işleyen
Türkiye Homosapiens’leri gerçeği o gece televizyonlarda bizzat gördüler ve
eminim ülkesini çok ama çok sevenlerin yürekleri sızladı hem de çok.
Günümüzde bu
yaygın, karmaşık ekonomik ve politik olgular her toplumda farklılaşan bir
intihar sendromu olabilir.
Bilimsel analizi
de kolay olmasa gerek.
Seçim sonrası
oluşan Altı yüz milletvekili ile dolup taşan meclisimizin şu anki oluşumuna
bakmak bize şu an zaten her şeyi anlatmıyor mu?
**
Pazar esnafının bazıları çok iyi niyetli bunu gözlüyoruz.
Özellikle,
baba ve genç kız, ikili olarak her hafta aynı yerde domates satan,
evet köylü ama çok nazik olan, sıcakta sabahtan akşama kadar da o iyi
niyetini koruyan, müşterisine nazik
davranan, kilosu on iki lira olan domatesten kendim seçip
tartması için uzattığımda, domatesleri tartıp bana; ''Abi otuz
liralık olsun mu?' diyen genç, beyaz ve tombul
yüzlü kıza ''Olsun''
dedim. Kendisi yığından bir kaç tane daha domates
alıp torbaya koydu. Poşetimi bana uzattı. ''Teşekkür
ederim'' dedim. Kızcağız hiç beklemediğim şekilde;
'' Ne demek abi'' diye karşı
nezaketini ifade etti.
O sıcakta pazar fiatlarını unutup
mutlu olarak yürümeye başladım.
Pazar yerinin başka bir köşesinde de Ağustos ayının en mağrur iki cennet
meyvesinden biri olan ve İzmir'in göz bebeği meşhur Çekirdeksiz üzümü Sultaniye ile
karşılaştım.
Malum, diğeri de şu sıralarda bizim
buralarda bardacık denilen incir elbette.
Sultaniye üzüm tezgahta tabir caizse ''sürünüyor'' bu iki meyvenin
tezgah ömrü çok kısa.
En kısa sürede
satıp tüketmesi gerekiyor esnafın bu ürünleri.
Pazar yerinde sadece iyi niyetli, köylü de olsa, size
nazik olabilecek üretici yok
elbette.
Üzüm'ün fiatını
soruyorum çünkü genel itibariyle
neredeyse tüm pazar yerinde ürünler üzerinde fiat
belirten etiket bulunmuyor. Zaten bunu denetleyecek sistem de ülkede henüz yerine oturmuş
değil.
Pazar yerinde bir tane bile denetim
yapan Belediye Zabıtası görmedim.
Tezgahta gördüğüm Sultaniye üzüm diğerlerine göre daha küçük taneli ve salkımları
olgunlaşmış sararmış görünüyordu.
Tezgahta bu kez bir kadın ve diğer
tarafla ilgilenen bir adam bulunuyor.
Kadına üzüm'ün fiatını sordum.
‘’Yirmi beş lira’’ dedi.
Daha sonra arkasındaki adam bir hışımla
yaklaşıp Fiatın Otuz lira olduğunu söyledi.
Elbette kadının bize daha öncesinde, fiatın yirmi beş lira olduğunu söylediğini duymamıştı zavallı.
Elbette kadın da adama dönüp ben ''Yirmi beş
lira'' dedim diyemedi adama.
Eş olduklarını düşünebileceğimiz kadın
ve erkek pazar esnafı değerli köylümüz işte o anda
Homosapiens özelliğinin en yüce
beyin çalıştırma sistemini çağımıza
en uygun biçimde bize, unutamıyacağımız bir çarşamba gününde, YeniFoça pazarında günün sıcak şartlarına
uygun biçimde önümüze koymaktaydı aldık
kabul ettik.
Ama üzüm alamadık niyetli olmamıza rağmen.
**
Avcı toplayıcılıktan Tanrılığa
uzanan o meşum, derin zavallı hikayemizi kaleme almaya cesaret eden İsrailli
Prof. Yazar Yuval Noah Harari, konuyu tam yazabilmek ve hikayeyi sonuçlandırmak
adına cesaretini bence beşe katlıyor. Harari, 1976 yılında İsrailde doğmuş. Bu
konuyu tam yazabilmek için üç koca cilt yazmış.
Oxford’da doktora yapmış, Dünya
tarihi üzerinde uzmanlaşmış.
Homosapiens’in artık günümüzde
Tanrılaşmaya başladığını belirtmekte. Benim de hep kafamı kurcalayan soruya
gayet net cevaplar veriyor. Okudukça ufkunuz açılmakta ve türdeşiniz
Homosapiensi daha iyi anlıyorsunuz.
İkinci Dünya savaşı esnasında insanın
ortalama ömrü, kıtlıklar, salgınlar, savaşlar ve farklı diğer nedenlerle kırk
yıl civarında.
Savaşların sona ermesi, genetiği
değiştirilmiş organizmalı yiyeceklerle yani güya kıtlığın sonlanması, ilaçlar
ve aşıların bulunması ile birlikte tıp biliminin gelişimi ve diğer nedenlerle
insan ömrü günümüzde ortalama seksen yıl.
Gelecekte, Homosapiens insan ırkı,
insan daha doğmadan, gen haritası çıkartılarak hangi hastalıklara yakalanabileceği
konusunda yaptığı ön, gen mühendisliği çalışmaları,
Ve insan doğduktan sonra da belirli
zamanlarda yatacağı çok gelişmiş kliniklerde yapılacak bazı yıpranmış organ
değişiklikleri ve nakilleri ile diğer bazı tıbbi çalışmalarla ortalama insan
ömrünü yüz atmış yıla çıkarabileceğini yazıyor Harari.
İstiyor musunuz günümüzde yüz atmış,
yüz yetmiş yıl yaşamak?
Asıl soru bu.
Gayet açıklıkla cevap verdiği
sorular şöyle sıralanabilir.
Homosapiens neden ekolojik bir seri
katile dönüştü?
Para neden herkesin güvendiği tek
şey?
Kadınlar üstün sosyal becerilere
sahipken, neden çoğu toplum erkek egemen?
Güç elde etmekte böylesine yetenekli
olan insanlar neden bu gücü mutluluğa dönüştürmekte başarısızlar?
Geleceğin dini bilim mi?
İnsanın miadı çoktan doldu mu?
İşte bu çok farklı ve derin
sorgulamaya neden olabilecek sorulara cevaplarınızı ve ancak kendi algılarınıza
göre olan cevaplarınızı üç cildi de okuyup iyice bir düşünme sürecinden
geçirdiğinizde gerçekten de iyi anlamışsanız çözebiliyorsunuz.
Homosapiens, zamanında karnını
doyurmak için avcı toplayıcılık, leş yiyicilik yapıyorken, ve kendinden daha
öncesinde altı diğer insan ırkı gelip geçmiş, kendine en yakın olan Neandartel
insan ırkı ve diğer bazılarıyla karşılaşmış, birlikte yaşamışken nasıl oldu da
diğer insan ırkları yok olmuşken - hatta onları Sapiens’in yok ettiği de
düşünülüyor- şu an günümüzde Sadece
SAPİENS insan ırkı hala soyunu devam ettirmekte ve artık tanrılığa soyunuyor.
Bunu nasıl becerdi bu Homosapiens?
Değerli okuyucu,
Eğer yazımın giriş ve gelişme
gelişme kısmında anlattığım bazı gerçek örneklemeleri okuyup anladıysan,
yazımın sonuç kısmında sorduğum bu sorulara kendiliğinden cevap verebilmen
senin için zor olmasa gerektir.
ÖZDENER GÜLERYÜZ
Biliyor musunuz?
YanıtlaSilNeyi ?diyeceksiniz...
Dün aklıma birden bire gelen neydi?
Karışık( ev)işlerini düzeltmeye çalışırken düşündüğüm ü sesli söyledim.
🎶Aslında müzik düşünüyordum öyle olmadı🎶❗"🎶FAZLASINI SORMA,HİÇ KİMSEYİ YORMA"
Hikayemde de paylaşmıştım.Çok kişi de beğenmiş.Sağolsunlar.👏💐
...
Siz yazarsınız.Yazdıklarınız çok anlamlı. Düşündürücü .Tabiki merak içinde istekle okuduğum her yazınız güzel.👏💫
🎶💎🎶Sorularınıza vereceğim yanıtları biliyorum tahmin edersiniz.Teşekkürler 💙👏💐...
Çok teşekkür ederim Çevrim Hanım.
YanıtlaSilEmeğinize yüreğinize sağlık Özdener bey harika bir anlatım.
YanıtlaSilÇok teşekkürler Remziye hanım.
Sil