AVRUPA KAFE KÜLTÜRÜ İLE ÜLKEMİZDEKİ MEYHANE VE KAHVEHANE KÜLTÜRÜ SONUÇLARI ÜZERİNE.

 

 


Belki de çok önceden yazmam gereken bir konuyu dikkatli bir ön çalışma, araştırma sonucunda bugün yazmaya karar verdim.

İnsan ortaya çıkıp çok da derinliğini bilmediği, araştırmadığı konularda iddialı girişimlerde bulunmamalı diye düşünüyorum aslında ancak araştırıp bilgilenince insan cesaretleniyor sanki.

Geçen sabah Halk TV İsmail Küçükkaya'nın konuğu olan ve yeni kitabını tanıtan Serdar Turgut, yazmanın, yazarlığın da ne olabileceğiyle ilgili önemli ip uçları verdi.

Serdar Turgut, Ekonomist, gazeteci ve köşe yazarı olup zeki, komik, entellektüel ve süper gözlemci olarak nitelendirilen ve bu gözlemlerini pek de ciddi üslupla yazmayan ağır oturaklı yazarlarla da dalga geçen yaratıcı, yazıları sıkmayan, espirili bir insan olarak tanımlanıyor.

Son kitabının içeriğini anlamak için yaptığım kısa araştırmada ise,




‘’Serdar Turgut'un yeni kitabı ''Kütüphanemdeki Sesler''; cazdan kitapların dünyasına, yazarların ve bestecilerin çekişmelerinden Avrupa kafe kültürüne, psikolojiden resim sanatına, Paris’ten Hollywood’a uzanan entelektüel bir anlatı. Sayfalar arasında seyahat ederken, cazın doğduğu mahalleden yola çıkıp çöldeki  Burning Man festivaline nasıl vardığınıza çok şaşıracaksınız. Serdar Turgut’un akıcı kaleminden yaratıcılığın hikâyesine doğaçlama bir yolculuk gibiydi.’’

Cümleleriyle karşılaştım.

Kendi sözleriyle tanıtımında, ''Avrupa Kafe Kültürü'' nden söz etti Serdar Turgut. Dikkatle dinledim ve eşimle özellikle Avrupa kıtasının önemli merkezlerine yaptığımız seyehatlerde bizim de dikkatimizi çeken En çok da Fransa (Paris) , İtalya ( Floransa, Venedik ) ve Çekya ( Prag)'ın merkezi yerlerinde bulunan Avrupanın en meşhur yazar çizerlerinin entellektüel kesiminin toplanıp güncel fikir alış verişlerinin, tartışmalarının yapıldığı kafelerden bahsediyordu.





(Örnek vermem gerekirse, Fransa'da eşimle, her yerden görünen Eiffel kulesine kısa sürede yürüyeceğimizi düşünmüş epeyce yürüdükten sonra yorularak kuleye yakın bir kafede oturmak istemiştik ve tesadüfen eski, işte tam da bu yazarların toplandığını düşündüğümüz bir yerde olduğumuzu anlamıştık. Kafenin duvarlarında Kulenin yapım aşamasını gösteren resimler asılıydı henüz ayakları yeni monte edilmiş Eiffel kulesi ve devamında aşama aşama bitişe doğru gösterilmiş, birbirine kaynaksız büyük ve kalın perçinlerle tutturulmuş demir yığını kule, yüksele yüksele Paris'in her yerinden görülen, üst kısmı bulutlar içinde kalmış üç yüz metrelik demir yığını bir yükselti.

Fransız mimar Gustave Eiffel, söylenenlere göre yapım aşamasında ve sonrasında kendi eserinden adeta nefret etmiş ve devamlı ikinci kattaki kafede zaman geçirmeye başlamış, soranlara da;  

''Onu görmediğim tek yer burası'' dermiş.)

Bu kafelerde yapılan güncel kültürel tartışmalar sonrasında büyük eserler verilmekte, ünü dünyayı saran yazar ve şairler yanında eleştirmenler ortaya çıkmaktaydı Avrupa kıtasında.

Kendi ülkemi düşündüğümde de, derin bir iç acısıyla günümüzde pek çoğu vefat etmiş bizim kuşağın çok sevdiği, yazarlar, şairler ve entellektüel insanlarımız, İstanbul doğumlu olup özellikle de mevcut baskıcı yönetimleri, idareleri eleştirdikleri için hiç rahat bırakılmamış gözlenmiş, takip edilmiş, bazen tutuklanmış hapse atılmış çıkınca da bir şey olmamış gibi tekrar hayatlarına kaldıkları yerden devam etmişler. Genellikle akşamları meyhanelerde, gündüzleri ise bir iki diyebileceğim azlıktaki kafelerde toplanan ve derin sohbetlere dalan şair ve yazarlar bu gün hepimizin çok severek okuduğumuz eserler vermişler. Bir kısmı ise ne yazık ki ülkeyi terk etmek zorunda kalmış bazıları da sınırdan geçemeden öldürülmüşlerdir.

Okuduğum bir eserde Orhan Veli’nin her akşam uğradığı bir meyhanede kadehini kaldırırken karşı masada kendine bakan bir çift gözle artık neredeyse selamlaşacak kadar tanış olduğunu okumuştum.

Bizim yazarçizer, entelektüel takımımız meyhanelerde buluşuyor, çakır keyif oluyor ve sonrasında da şarkı, şiir ve roman yazabilecek kıvama geliyordu, belki de tam da bu sebeple dünya klasiği yazan yazarımız olamıyordu belki de.

Avrupa’da yazma meraklısı olup da içine kapananlar da var tedavi sürecinde Viyana, Prag kafelerinde değilse de kaplıcalara yakın yerlerde kendine pansiyonlarda oda tutan hikaye yazarları ve felsefeciler bulunuyordu.

Bunlara örnek olarak Franz Kafka’yı gösterebilirim. Hikayelerini Çek diline çevirmesi için tanıştığı evli olan Milena’yla uzun süre yazışır Franz Kafka.

Yazışmalar sürerken aralarında doğan yakınlığı kendi içinde aşka dönüştüren Franz, Milenaya harika mektuplar yazar. Milena da ona ilgi duymaktadır.

Bazen kırgınlıkla bazen derin bir özlemle en çok da yanlış anlaşılmalarla devam eden mektuplaşmalarda göze çarpan sadece üç kez görüşen, Milena – Franz  arasındaki derin aşktır aslında.





**

‘’ Ve eğer sizi özlediğimi söylersem yalan söylemiş olurum: Bu en mükemmel, en acı verici büyü, buradasınız, aynı benim olduğum gibi, ben neredeysem benden daha fazla ve daha yoğun oradasınız.’’

Diye yazan özlem dolu ama hep onuna olduğu için aslında özlemiş olmayacağını ifade eden bir Franz var ''Milena’ya Mektuplar'' kitabında.

‘’Öğleyin iki mektubunuz birden geldi, bu mektuplar okunmak için değil de açılsın içine gömüleyim ve aklımı kaçırayım diye yazılmış. Aklımın birazını kaçırmış olmak iyi bir şey böylece kalanın değerini anlayabilir ve mümkün olduğu sürece korursun.’’

‘’ Kendi içtiğim sütle sizi sürekli besleyebilseydim bahçeden gelen temiz havadan aldığım nefesle size güç verebilseydim, hayır, tüm bunlar yeterli olmazdı, benden daha çok size güç vermezdi o hava.’’

‘’Ama belki de bana yazmayı bırakmakta haklısınız, mektubunuzdaki birçok cümle bunun bir gereklilik olduğunu söylüyor.’’

‘’Ne derseniz deyin ben, her şeye rağmen bir gün, sizi görebilme umudunu içimde beslemeye ve hayallerimde sizi sevmeye ve sarmaya devam edeceğim.’’

 

**

Ülkemizde ise yukarıda yazdıklarımdan daha farklı olarak ancak meyhanelerde gelişen yazarçizer takımının bu fikir alışverişi ki bunu küçümsediğim düşünülmesin, epeyce diyebileceğim ressam, yazar, şair çıkarmışsa da, bu kesim daha çok yukarıda belirttiğim gibi, cebinde parası olmayan ve mevcut yönetimleri eleştiren, bazen hapse atılan hor görülen kesim olmuştur. 

Diğer bir kesim de, buna halk yığınları da diyebiliriz, ne yazık ki ülkeye bir yararı olamayacak kahvehane kültürü olarak devam etmiş yıllardır.

Kahvehanede çok uzun süre oturup, bir iki satır kültür sohbeti yapmak yerine zaman öldürme diyebileceğimiz ‘’okeye dönme’’ macerasını ayyuka çıkarmada çok üst düzey başarılar sağlamıştır halkımız.

Cebinde parası olan açıkgözler ise oradan çıkıp en kolay yapabilecekleri ve devlete onaylatabilecekleri halka da satabilecekleri hileli, demiri, çimentosu çalınmış deniz kumu harcıyla neredeyse yere tutunan temelsiz inşaatçılığa soyunarak ceplerindeki parayı çoğaltmanın ucuz bir yolunu keşfetmişler böylece.

**

Son iki gündür ülkemizin yıllardır göz ardı edilmiş gerçek gündemi olan deprem sorunumuz;

Kahramanmaraş Pazarcık merkezli ve diğer on ilimizde, ne yazık ki, deprem sırası ve sonrası sarsıntılarla sürekli, olduğu yere çöken büyük, yüksek binalar bize bu sözüm ona inşaat sektörünün müteahhitleri geçtiğimiz süreçlerde zengin oldular çok bildikleri inşaattan. 

Ve hiç bir zaman da hesap vermedikleri gibi yıllar itibariyle de gözleri döndü. En kolay girişimcilik ülkemizde İnşaat Sektörü oldu, bu da elbette uzak görüşü olmayan siyasetin el vermesi hesap sormaması hatta yukarılardaki siyasetçilerin bizzat işe soyunmasıyla günümüze kadar geldi.

Ancak yapılan inşaatların ne kadar sağlam olduğu işte böyle doğal afetlerde ortaya çıkmakta ancak biz yine de akıllanmamaktayız.

İşte ülkemizde ‘’Hap yap para kap’’ mantığıyla yaratılan her sektördeki zenginler, zamanı gelince ki, uzmanların yıllarca boğazlarını yırtarcasına depremlere dikkat çekerek önlemler alınması gereğinden çok fazla söz etmelerine rağmen şu an başları öne dahi eğilmeyen siyasetçilerin, acısı çok da taze olan ülke olarak canımızı yakan afetin baş sorumlusu olduğunu düşünmekteyim.





 

Ülkemizin başı sağ olsun, bu afette ölen vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, ailelerine baş sağlığı ve yüksek sabırlar dilerim.

 

ÖZDENER GÜLERYÜZ

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇİNİZDE ŞARKI SÖYLEYEN VEYA DÜŞÜNEN ÖZ, HALA YILDIZLARI UZAYA DAĞITAN O İLK AN'IN İÇİNDE DEVİNİYOR MU?

BİREYSEL KÖRLÜKTEN TOPLUMSAL KÖRLÜĞE GEÇİŞİMİZDE ; ''ÖZGÜRLÜK '' VE ''MASUMİYET'' SEMBOLLERİMİZİ ARAMA GİRİŞİMLERİMİZ ÜZERİNE.

PARADİSE LOST- SMYRNA 1922. '' YARALARI KİM DÜŞÜNÜR, ÖLSEM NE GAM!'' : YÜZBAŞI ŞERAFETTİN, 9 EYLÜL 1922