SCHUMANN REZONANSI VE KEMERALTI'NIN KALP ATIŞLARI

 


 Zaman, size de, günümüzde eskilere daha bir hızlı akıyormuş gibi geliyor mu?

Belki yaşı genç olanların eskileri yaşamamış olmalarından kaynaklı hızlı akan zaman hakkında bir hisleri olmayabilir.

Gün içinde Dünya’da ve Ülkemiz’de, üst üste gelişen olaylar karşısında şaşırıyor ve gerçekten de zamanın eskiye göre hızlı aktığını ve üst üste birçok olayın meydana geldiğini düşünüyorum ben.

**

Kemeraltı nostaljisini çok severim. Arada bir de Metro ya da Vapur ile Konak ya da Hisarönüne giderek o bölgenin tarih kokan, çok eskilerini de bildiğimden günümüze göre meydana gelen değişimleri gözlemlemeyi ve değerlendirme yapmayı çok severim kendimce.

Mutlaka Kemeraltı ile ilgili farklı kaynaklardan eskiye dair değerli bilgileri ararştırır, öğrenir ve yerinde görmeye giderim.

Son zamanlarda da beni en çok heyecanlandırıp içimi titreten, İzmir'e sonradan yerleşen hatta belki de yerli İzmirlilerin bile bilmediği, Hisarönüne gitmek için indiğim yeraltı Metro istasyonu olan Çankaya durağında etrafı setlerle çevrilmiş şekilde sergilenen ve elinizi uzattığınızda koskoca bir tarihi okşuyor, kucaklıyor, kokluyor olacağınız Metro inşaatı esnasında yerin altından çıkan, eski Smyrne antik şehri Roma Sütun başlıkları ve diğer antik taşlar ile Smyrne Agorasında bulunan tam Üç bin yıldır aktığı, ve Büyük İskender’in su içtiği rivayet edilen antik çeşme, yine agora içinde mermerler üzerine çizilmiş antik grafitolar, Agoranın antik pazar yeri ile Osmanlı dönemine denk gelen mezarlık bölümünde de kazılarda ortaya çıkarılan ve bize Osmanlı'nın kahve serüveniyle ilgili çok bilgi veren Kütahya çinisinden yapılma çok miktardaki kahve fincanlarıdır.

Şu yukarıda yazdığım paragraf aslında kısadır ama inanın bana, Üç bin yıldan fazla olan bir zamanı özetlemektedir.

Zaman nasıl ve neler oluyor da bu kadar hızlanıyor ve bize her olayda ''daha dün gibi'' dedirtecek şekilde akıyor.

Var bir sebebi.

**

Schumann Rezonansı nedir? Dünyanın kalp atışını duyuyor musunuz?




 

“Daha dün gibiydi, bu yıl da çok çabuk geçti, zaman çok hızlı akıyor” gibi cümleleri sıkça kullandığınız oluyordur.

Bir saat değil üç saat geçmesine rağmen insan bazen kendini sanki yarım saat geçmiş gibi hissedebiliyor.

Peki ama zamanı hızlandıran ya da bu şekilde algılamamıza sebep olan nedir?

Bu soruların cevabı dünyanın kalp atışında gizli. Çünkü Schumann Rezonansı yani dünyanın kalp atışı hızlanıyor.

Dünya’nın kalp atışı olarak tanımlanan Schumann rezonansı, Dünya’nın iyonosfer tabakası tarafından geri yansıtılan elektromanyetik dalgaların frekans değerine verilen isimdir.

Schumann tarafından 1952’de keşfedilen ve genellikle bulutlarda gerçekleşen elektriksel olaylardan belirlenen bu değer ortalama olarak 7.83 Hz’dir.

Hint Rişileri bu değere OM frekansı adını veriyor. Bu aynı zamanda Dünyanın doğal kalp atışı ritmi olarak da tanımlanıyor.

Atmosferin bir yük, bir akım ve bir voltaj taşıdığı göz önünde bulundurulursa böylesine elektromanyetik dalgaların bulunması hiç de şaşırtıcı değil.

Dünyadaki bu boşluğun rezonans özellikleri ilk defa 1952 ve 1957 yılları arasında Alman fizikçi W. O. Schumann tarafından ortaya atılmış ve 1957 yılında Schumann ve König tarafından kanıtlanmıştır.

Bu fenomenin ilk spiritüel tasviri 1960 yılında Balser ve Wagner tarafından hazırlanmıştır.

**

Yine yeni bir Kemeraltı heyecanını yaşamak için Mavişehir istasyonundan İzban'a bindim o gün.

İzban epeyce dolu maskeler atılmış herkes dip dibe. Eskiden önemsemediğim ama beni rahatsız eden bir koku var trende.

Kapıya yakın bir yerde ayakta duruyorum. Bir kaç istasyon ilerliyoruz. Hemen arkamda henüz askerliğini yapmadığını düşündüğüm, belki de okula da gitmiyordur diye aklımdan geçirdiğim, hatta belki de çalışmadığını da düşündüğüm, kısa kollu T- shirt'ünden kolunun görünen kısmında dirseğine kadar ne olduğu anlaşılamayan bir dövmesi olan siyah ve ayak bileği dekoltesi pantolonuyla duran ama herkesin duyacağı bir şekilde telefonda, karşısındakine küfürlü konuşan ve konuşma tarzından da arkadaşıyla çok samimi olduğu anlaşılan bir genç var.

Kimse ona birşey diyemiyor, o da rahat bir şekilde küfürünü edip, samimi sohbetinin tadını çıkarıyor ve Karşıyaka istasyonunda inip gözden kayboluyor.

Bizim gençlerimiz nasıl ve hangi ara böyle oldu?

**

Halkapınar'da İzban'dan inip Bornova yönünden gelen İzmir Metrosu'na binmek için yürüyen merdivenlere doğru yaklaşıyorum ve oluşan kuyruğun arkasına doğru yürüyorum.

Ben yürüyorum ama bakıyorum ki kuyruğun arkasına gelmeyerek önden araya girmeye çalışanlar var bir grup başları örtülü yabancı uyruklu oldukları ten renklerinden anlaşılabilen birkaç genç kız ve diğer insanlar.

Elbette haklarıdır kuyruğun ne önemi var ki zamanımızda başın örtülü olması herşey için yeterli gibi günümüzde. ''Bak benim başım örtülü ve ne yapsam da yeri.''

Tamam onu da kabul ettim ve yine hangi ara böyle karmakarışık olduk? diye sordum kendime.

**

İlginç bir başka yanı ise insan farkındalığı ile alakalı bir durum olduğu görüşüdür.

Yani ortalama frekans değerinin insan beyin frekans değerleri olan beta (13-100 hertz), alfa (8-12,9 hertz), teta (4-7,9 hertz) , delta (0,1-3,9 hertz) frekans aralıklarından alfa ve teta ile rezonans halinde olması bir etkileşime yol açabilmesidir.

Bu da insanın ruh halinin ve Dünya kalp atımının birbirlerini etkileyebiliyor olması demektir.

İnsan beynindeki bu frekans aralıkları uyanma, bilincin yerine gelmesi durumlarında salınır. Bu sebeple Schumann Rezonansının değerinin yükselmesi insanların bilinç ve farkındalığının artmasına sebep olduğu ya da tam tersi olduğu görüşü ayrı bir ilginç durum olarak ifade edilir.

Bu değerler arasında çalışan beynimiz, düşüncelere daha kolay odaklanır ve işlemleri daha zahmetsiz bir şekilde gerçekleştirir.

Her şeyi çözebilmemize ve her şeye odaklanabilmemize rağmen beynimiz bu seviyelerde sakindir ve algıladığı şeylere tepki göstermemeye eğilimlidir.

Öte yandan sürekli olarak başka modlara geçiş yapmaya zorlanan beynimiz, sık yaşanan değişimlerden ötürü yorgunluk, sersemlik, üzgünlük hissedebilir.

Öyle ki insan bilincinin manyetik alana etki edebildiğinden ve özellikle, endişe, gerginlik, hırs durumlarının bu manyetik alanda karışıklıklar, düzensizlikler yaratabileceği düşünülüyor.

Bazı bilim insanları, ortalama frekans değerinin yükselmesiyle birlikte zaman kavramının da değişeceğine ve zamanın daha hızlı geçeceğine inanıyor. Bilimsel çalışmalar, 7.83 Hz’e meditasyon yapmanın kişinin fiziksel ve psikolojik sağlığı üzerinde olumlu bir etkiye sahip olabileceğini düşünmekte.

Laboratuvar araştırmaları, canlı hücreleri Schumann Rezonansına maruz bırakmanın bağışıklık korumalarını artırma etkisine sahip olduğunu göstermiştir.




 

**

Hisarönü'ne geldiğinizde yapacağınız, hele belli bir yaştaysanız eskilerden gelen biraz görgünüz varsa ritüelleriniz olur.

Şöyle bir baktığımda durum vahim gibi görünüyor.

Günlerden Cumartesi ve Kemeraltında ciddi bir kalabalık var. Bir kaç turiste de rastladım. Tenleri oldukça açık bu insanların.

Rusyanın doğal gazı kesmesi nedeniyle onlar da Antalya, İzmir gibi bazı sıcak şehirlerde kış geçirmek için akın akın Türkiye'ye geliyorlarmış.

Çekirdek kahveyi kavurarak ve öğüterek dışarıya koyduğu masalarda Türk kahvesi satan bir dükkanın önünde oturmuşlar duble fincanlarda kahve içiyorlar. Kahve kokusu döner kokusuna karışmış oldukça kalabalık bir ortamdayım.

Hisarönündeki çiçekçilere göz atıyorum ama çok da üzülüyorum. küçücük saksılarda satılan değişik çiçeği üzerinde, belki ilerde saksısı değiştirilerek daha da büyümesi sağlanabilecek, kaktüs ve diğer değişik çiçekler kırk lira ile seksen lira arsında değişiyor.

Oradan biraz daha ilerleyip asıl Kemeraltı caddesinden değil de onun bir arkasından Şadırvanaltı, Kestanepazarı ve Başdurak camilerini birbirine bağlayan dar sokaktan ilerliyorum.

Çok fazla insan var ve bu insanların çoğu da yabancı uyruklu farklı diller konuşan tavır ve hallerinden anlaşılan o ki sanki kendi ülkelerinde olduğundan daha da fazla mutlular ve her istedikleri her aradıkları şey ellerinin altında onların.

Zaman hızlı mı akıyor sizce ve İzmir ne vakit bu kadar çok insanla doldu ben bu soruya cevap arayarak ilerlerken Kemeraltı esnafı sanki halinden memnun gibiydi.

Başdurakta yavaşlıyorum Camiye bir kaç adım kala meydanda balıkçılar, petshoplar ve sakatatçılar ile benim içmeyi hiç tercih etemeyeceğim turşucu bulunuyor. Turşucunun önünde içmek isteyenler bekleşiyor.

Yavaşça balıkçıya yaklaşıyorum, aslında aklımda oradan balık almak yok. Vapurla Karşıyaka'ya geçip oradan balık almak niyetindeyim.

Ama taze palamutları görünce fikrim değişiyor. iki adet Palamut balığını temizletip alıyorum bir anda. İşte Kemeraltı'nın cazibesi burada öne çıkıyor. O an beni de cezbetmiş oluyor.

Şimdi hızla Konak iskeleden kalkacak Vapur'a yetişebillmek için hızlanıyorum zaten Kemeraltının havası ve kalabalığı beni terletti.

Saat 14 : 20 ve Bostanlı vapuru var Karşıyaka’dan daha önce ben de fikir değiştirip Bostanlı vapuruna biniyorum.

Vapur hareket eder etmez ortaya elinde darbukasıyla birisi fırlıyor ve önce kendine acındıracak ve bu işi yapmak zorunda olduğunu belirtecek bir kaç cümle ediyor.

Terli ve yorgunum ona bakmamaya çalışıyorum ama mümkün de değil.

Yanında bir de sanırım pille çalışan, telefonla uyumlu, bir müzik açıldığında epeyce ses ve ışık çıkararak dikkat çeken bir alet de var yanında.

Kısaca kaçmak mümkün değil.

Buraya kadar iyi de müzik başlayınca kendisinin kızım diye tanıttığı küçük bir kız çıkıyor ve başlıyor müziğin ritmine göre, tabir yerindeyse kıvırtmaya.

İşte o zaman içim sızlamaya başlıyor. Bir küçük kıza bakıyorum bir adama.

Bunlar nasıl izin aldılar ve burada ne işleri var? Bu küçük kız okula gidiyor mu ki? diye sorgulamaya başladım kendimce.

Adam müziği kesiyor. Belli ki şimdi para toplayacak. Ne yapacağımı bilemiyorum.

''Bizi şikayet etmeyin'' diyor adam bizim buna ihtiyacımız var. biz Romanız.''

İçim acımaya devam ediyor ve birden para vermeye karar veriyorum.

Adam yanıma geldiğinde soruyorum ;

 ''Oğlum kızın okula gidiyor mu?''

Gittiğini söylüyor. Günlerden Cumartesi. Her gün yarım gün okula gidiyormuş küçük kız.

O günden beri aklımda bu olay var.

Biz ne zaman bu duruma geldik.

Küçük kızların boş zamanlarında körfez vapurlarında babaları tarafından oynatılacak kadar mı kötü bir zamandayız?

Bu durum ileride daha da artar ve kanıksanan bir duruma gelir mi?

Zamanın çok ama çok fazla hızlandığı daha da hızlanacağı günü geldiğinde de;

İnsanlara kızıp geriye doğru akmaya başlayacağı düşüncesini nasıl kabul edeceğiz o günü bizler göremesek bile?

 

ÖZDENER GÜLERYÜZ

 

 

  

 


Yorumlar

  1. Malesef yaşadigimiz Dünya böyle simdi... tipki kiz cocuklarini oynatmakla para kazanan babalar gibi...artik ne zaman bu hale geldik diyemiyorum...ne önemi var ki...önemli olan geldik... en guzeli cabucak bu trenden inmek, o da bizden asili degil yani istesek de istemesek de devam ediyoruz isyan etdigimiz her seye alişarak ...

    YanıtlaSil
  2. Eline, emeğine, kalemine sağlık İzmir' ke ilgili çok güzel tespitlerde bulunmuşsun. Tebrik ederim.İyi akşamlar. 🙏💕🌿

    YanıtlaSil
  3. Blog sayfanızdaki “Schumann rezonansı ve Kemeraltı’nın Kalp Atışları” başlıklı yazınızı okuyunca, halkımızın toplumsal bir ortak davranış duygusundan yoksun olduğunu vurgulayan gözlemleriniz dikkatimi çekti. Yakınmalarınız çok yerinde. Ülkemizde ortak bir toplum ruhu yok, çünkü toplum kavramı hala DEVLET kavramıyla temsil ediliyor. Devlet ise, tarihsel oluşumu nedeniyle tepedeki birileri tarafından sahiplenilip-yönetilen insan topluluğu olarak yerini almış. Osmanlı devleti, Frank-reich= Frank-egemenliği, Abbasi-devleti, vs.
    İnsanlar 12- bin yıl öncelerine kadar avcılık-toplayıcılık tarzı yaşam sürdürmüşlerdir. Toplumsal yaşam ise yaklaşık 10-12 bin yıl önceleri Bereketli Hilal denilen ve Güney-Doğu-Anadolunun merkez olduğu bir bölgede oluşmaya başlar. Toplum, insanların farklı mesleklerde uzmanlaşarak, karşılıklı bir hizmet-alış-verişi içine girmesiyle ortaya çıkar.
    Bir insanın her işi kendisinin yapmaya çalıştığı bir durumla, diğer insanlarla iş-bölümüne girerek faklı alanlarda uzmanlaşarak yaşamaya çalıştığı durumları kıyaslayalım.
    Bir marangoz bir çiviyi 2-3 çekiç darbesiyle çakar ve bir dakikada 10 çivi çakabilir. Uzman olamayan bir insan bir dakikada bir çiviyi ancak çakabilir ve bu arada 2-3 çiviyi de eğip-bükerek kullanılamaz duruma sokar.
    Bir daktilograf bir sayfa yazıyı 1 dakikada yazabilir, uzman olmayan biri bu iş için yarım saatten fazla zaman harcar.
    Görüldüğü üzere iş-bölümüne dayalı hizmet ortaklığı, verimliliğin kaynağını oluşturur.
    İşte toplum bu nedenle farklı iş ve meslek mensupları arası bir ortak-yaşam sistemidir ve 4-5 bin yıl öncelerine kadar bu şekilde uygulandığı, Anadolu’daki HÖYÜK tarzı yerleşim kazılarından anlaşılmaktadır.
    Ama 5 bin yıl önceleri Sümerler tarafından Devlet denilen ve tepedeki bir kutsal soylu kişi (kral-sultan) tarafından sahiplenilip-yönetilen bir yaşam sistemi hayata geçirilince, özgürlük-eşitlik içinde gelişen eski yaşam bozulur ve günümüzde hala süren Tepeden Yönetilen ucube sistemler ortaya çıkar.
    Halbuki Ortaklığın kurallarının karşılıklı etkileşimlerle saptanması gerekir, otoriterce değil.

    YanıtlaSil
  4. Bu konuda en özet görüşüm şudur:
    Doğada bir denge ve düzen vardır. Bu denge ve düzenin nasıl oluştuğu 1980li yıllardan sonra aydınlanmaya başlar. Alman Fizikçi Hermann Haken 1983de doğadaki oluşum ve gelişimlerin “birlikte işlem yapma” anlamına gelen -SİNERJETİK adını verdiği bir sistemle geçekleştiğinin matematiksel ve fiziksel formülasyonlarını ortaya koyar ve (2000)’de de “information & self-organisation” olarak özetlenen dinamik sistemler fiziğinin temelini atar.
    “Sinerjetik = Birlikte işlem yapma” kavramında görüldüğü üzere, doğadaki tüm olaylar ve gelişimler varlıkların karşılıklı etkileşimlerle anlaşıp-uzlaşmaları sayesinde gerçekleşmektedir. Halbuki insanların toplum hayatı karşılıklı kavga ve savaşlarla belirlenmektedir. Yani insanların mantığı, doğal sistemin mantığından farklı işlemektedir. Bu durum insanların mantığının bozulmuş olmasından kaynaklanmış olduğunu gösterir. Yani asırlardır yanlış bir görüş halka sunulmaktadır. Ne ekilirse, o biçildiğinden, aynı yanlışlık devam etmektedir. Yanlışlığın en büyüğü ise, halkın kendisini bir sürü olarak görüp, kendisine çobanlık yapacak bir lider peşinde olmasıdır.



    YanıtlaSil
  5. Peki şu görüş gelecek nesillere aktarılsa insanlarımız nasıl davranırlar:
    “Toplum hayatı, farklı iş ve meslek kolları arası bir ortaklık sistemidir. Toplumda denge sadece iş ve meslek mensupları temsilcilerinin karşılıklı etkileşimleriyle oluşturulabilir. Tepeden birileri tarafından oluşturulması olanaksızdır. Şu an bu durumu yaşıyoruz, çiftçiler dertli, esnaf dertli, öğrenci dertli, öğretmen dertli, yani dertli olmayan sadece bizi yönetmek için seçtiklerimiz yani tepedekilerdir. Onlar hep kendilerini ve yakınlarını zengin etmeye çalışmışlardır. İşler çığırından çıkmaya başlayınca da birbirlerini suçlamaktadırlar.
    Daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam, ancak ve ancak her biri bir iş-ve mesleğe sahip olan bireyler olarak yetişen insanların, karşılıklı olarak hizmet ürünlerini takas etmeleri sayesinde otomatik olarak gerçekleşmektedir. Hangi lider binlerce farklı iş ve meslek dalı arasında adil bir denge ve düzen oluşturabilir? Neymiş efendim, o daha iyi yönetirmiş.
    Doğada tepeden yönetim gibi bir sistem yoktur ve herşey, varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle olmaktadır. Varlıklar sorunlar karşısında güçlerini birleştirirlerse, sorunu aşacak bir güç oluşturuyorlar ve sorundan kurtuluyorlar. Laser bu prensiple çalışır.
    İnsanlığın sorunlar içinde yaşamasının temel nedeni toplum yönetimini “kutsal makamı” temsil ettiğine inanılan tepedeki bir lider veya kral gibi birilerine bırakmak olmuştur. Burada iki noktayı vurgulamak gerekir:
    Birinci nokta: Doğada “kutsallık” diye bir makam veya sistem yoktur. Kutsallık kavramı Sümerlerce halkın liderlere biat etmeleri için uydurulan bir kılıf olduğu Sümer belgelerinde yazılıdır.
    İkinci nokta: Doğada “lider” sadece sürü yaşamında vardır, koloni gibi toplumsal sistemlerde demokrasi benzeri hizmet-alışverişlerine dayalı ortaklık sistemi vardır. Arılar ve karıncalarda bu ıspatlanmıştır. “Arı kraliçesi” bir lider değil, koloni sistemini temsil eden bir “koku” yayıcıdır, bir bayrak gibi düşünülmelidir.
    Doğa tüm varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle oluşup gelişmektedir, tepeden icazet alma, tepeden yönetilme gibi bir şey yoktur. Toplumun sahipliğinin kendilerine ait olduğu bilgisini edinen insanlar asla topluma zarar verecek bir davranışta bulunmazlar.
    Toplumun mülkiyeti halka aittir. Ama nasıl bir halk? Toplumun iş ve meslek mensupları arası bir ortaklık olduğunu bilen ve bu nedenle yeteneğine uygun bir iş veya meslek edinip, topluma ortaklık hakkına erişen halk.
    Bu konuda şunu vurgulamak gerekir. Her insan bir diğerinden farklıdır. Bu farklılık toplum hayatında üstlenilecek görevlerin yerine getirilebilmesi için şart ve gereklidir. Bu nedenle insanların birbirleriyle kıyaslanması yapılamaz. Her insan bir özelliğiyle çevresindeki diğer insanlardan üstündür. İşte insanların bu özellikleri dikkate alınarak her birey eğitilmeli ve bir meslek sahibi yapılmalıdır.
    Yani bir toplum yaratmanın ilk adımı eğitimden geçer: Her insan doğal yeteneklerine karşılık gelen bir iş ve meslek eğitimi almadan o toplumdaki iş ve meslek mensupları arasında bir organizasyon sistemi oluşturulamaz.
    Hiçbir lider bu konuda bir bilgiye sahip olmadığından, üstelik liderlerin böyle bir bilgiyi halka duyurmamak için asırlardır çabaladıkları görüldüğünden, iş bize, yani halka düşmektedir. Yapılması gereken ise burada özetlenen BİR SAYFALIK BİLGİYİ duyurmaya çalışmaktır.
    Geçmişte Teokratik sistemle yani tamamen tepedeki birilerinin yönlendirmesiyle yaşadık, sonra liderliğe dayalı parti yönetimleri bize demokrasi diye yutturuldu. Bunlar hep aldatmacadır. Halkın iradesi, ancak tüm halkın yeteneklerine göre eğitilmesiyle ortaya çıkar.
    Dolayısıyla insanların temel amacı ve hedefi bir lider-kurtarıcı aramak değil, BİLGİ edinmek olmalıdır. Çünkü doğa “bilgilen ve örgütlen = information & self-organisation” prensibiyle işlemektedir.
    Bir çiçekle yaz gelmez. Sizler bu temel bilgiyi edinip, çevrenizde yayarsanız, hedefe yaklaşırız. İş bize kalmış durumda.
    Bilgi tohum gibidir, ektikçe çığ gibi çoğalır. Bu bilgileri çevremizde yayarak halkımızı uyandırabiliriz.”

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇİNİZDE ŞARKI SÖYLEYEN VEYA DÜŞÜNEN ÖZ, HALA YILDIZLARI UZAYA DAĞITAN O İLK AN'IN İÇİNDE DEVİNİYOR MU?

BİREYSEL KÖRLÜKTEN TOPLUMSAL KÖRLÜĞE GEÇİŞİMİZDE ; ''ÖZGÜRLÜK '' VE ''MASUMİYET'' SEMBOLLERİMİZİ ARAMA GİRİŞİMLERİMİZ ÜZERİNE.

PARADİSE LOST- SMYRNA 1922. '' YARALARI KİM DÜŞÜNÜR, ÖLSEM NE GAM!'' : YÜZBAŞI ŞERAFETTİN, 9 EYLÜL 1922