TRAPEZİNİZDE UÇARKEN ELLERİNİZE UZANAN KİMSE OLDU MU?

 

 

 





Aşağıda kalanlar sen tırmanırken dik merdivenlere, artık senden uzaktalar.

Dizlerin çarpıyor belki biraz aceleden olsa gerek.

Ve aldırmıyorsun buna.

Dönüşün yok geriye.

Sen içinde varsa bile yükseklik korkun ve biraz aklın, onları da tırmanırken merdivenden aşağıya atmak zorundasın artık.

Yok, ben ‘’aklımı peynir ekmekle yemedim daha’’ diyorsan hiç tırmanma merdivenleri.

Yukarıdan aşağısı çok farklı görünür yoksa.

Elerini pudraladın değil mi? Tamam çok güzel. Şimdi iç titremeni de at aşağıya. İşte öyle.

Şimdi yukardasın ve hiç tanımadığın bir hafiflik duygusu ile sevinç içindesin.

Seni seyretmeye gelenler sana ve üzerinde ışıklarla parıldayan zarif kıyafetine, dengeli tavırlarına bakarak sana şimdiden güveniyorlar.

 

     Güven, açıklık ve dürüstlük, bir çalışma ortamında işbirliğinin ne ölçüde gerçekleşeceğini belirler. Güven duygusu, sağlıklı bir ekip çalışmasının temelini oluşturur.


   KENDİ TRAPEZİNİZDE ALTINIZDA AĞ OLMADAN UÇTUNUZ MU?

 

Birazdan onlar için çok zor olan inanılmaz riskli, hayatını tehlikeye attığın bir süreç izleyecekler ve sana olan hayranlıkları daha da artacak.

Tehlikeli ve cesaret kırıcıdır elbet bu iş. Ama sen önceden seni gökyüzünde ellerinden tutacak ve seni çok çalışarak başardığın birçok kereler bir küçük hatanla ağların üzerine düşerek tecrübe ettiğin çalışmanı bu kez altında ağ olmadan ve seni görmeye gelen insanlar sana bakarken yapacaksın.

İşte şimdi uçmaya başlayacağın platformdasın hemen yanında trapez’in duruyor.

Gülümsüyorsun bembeyaz dişlerin görünüyor. İnsanlar aşağıdan sana hayranlıkla bakıyorlar. Cesaretine ve alacağın risk’e hayranlar.

Ve şimdi karşında ve seni havada uçup en yüksen seviyedeyken gökyüzünde üç takla atıp tam da yere doğru inmeye başladığın anda, sana doğru önceden trapeziyle hareket etmiş ve senin her hareketini izlemiş hatasız biçimde sana doğru uçmaya başlamış, birlikte defalarca tekrarlamış olduğunuz bu yürekli hareketin tamamlayıcısına güveniyorsun artık. Ve o başka bir insan.

Seni ölümün elinden alacak tecrübede ve artık ona güvenmekten başka yapacak başka bir şeyin de yok.





O şimdi hata yapmayıp seni ellerinden tam zamanında ve öyle bir tutmalı ki birlikte son hareketinizi de yapıp onun geldiği yere tekrar geri dönüp bu muhteşem uçuşu tamamlayarak hak ettiğiniz alkışı alabilesiniz.

  **

Güvenmeye ihtiyacımız var. İnanmaya da. yediğimiz meyveleri, şüphemizle zehirliyoruz.

Güven adını verdiğimiz kalemizi bir ömür boyu taş taşıyarak inşa ediyoruz.

Havalarda uçarken el ele olabilmek için, kuş iken yüreğimiz, korkuyorken, güvenip de tam yere doğru çekilirken güvendiğimiz Kim olacak?

Yanında tam güvende olacağımız ve kollarına, ellerine kendimizi çırılçıplak, korumasız bırakabileceğimiz bizi doğuran annemizden sonra bir insan daha.

 Ama kim?

Yanında kendi iç ahengimizi bulacağımız, rengimizi yansıtabileceğimiz, ‘’benim’’ ya da ‘’seninim’’ diyebileceğimiz insan.

Bu ahengin nasıl olabileceğinin insanlara en güzel yansıtıldığı yer neresidir? Düşündünüz mü?

Bana sorarsanız;

Çoğunuzun seyrettiğini düşündüğüm 1956 yılı Amerikan yapımı

Direktörlüğünü Caroll Reed’ in yaptığı 105 dakikalık bir drama olan TRAPEZE filmidir.

Kurgulanışı bakımından birçok insanın beyninde unutulmaz izler bıraktı o yıllarda.

Sakat trapezci Mike Ribbie (Burt Lancaster) , Küstah ve genç sözünü sakınmayan Tino Orsini (Toni Curtis) , Genç ve güzel trapezci Lola (Gina Lollobrigida) arasında bir yandan bir aşk üçgeni oluşurken bir yandan da üçlü içten içe birbirlerine güvenmek zorundadır.




Trapezde altlarında ağ olmadan üçlü taklayı başarmak adına birbirlerini çok iyi tanımak, güvenmek ve benliklerini teslim etmek zorundadırlar.

Film drama dalında o yılların unutulmaz rekorunu elde etti.

Sekiz milyon dolar kar ile üst gelirler arasında gişe geliri olarak

İlk üçe girdi.

1956 Berlin uluslar arası film festivalinde Burt Lancaster’e en iyi erkek oyuncu (Altın Ayı) ödünü kazandırdı.

Hep sorgulamışımdır, salt alacağı alkışlar mıdır bir Trapezcinin hayatını tehlikeye atma nedeni?

Yoksa bunun altında daha derin başka bir şey daha var mı?

**

           HAYATIN TRAPEZCİLERİ MİYİZ?

        

        Neden birine güveniriz de, başkasına güvenemeyiz?

Güvendiğğimiz bir insana karşı davranışımızla, güğvenmediğimiz bir insane olan davranışımız farklılık gösterir.

 

Bilerek ve isteyerek neden ‘’Kör gözüm parmağına’’ der bir Trapezci?

Hayatın Trapezcisi olabilmek ve riskler alarak korkmadan koşabilmek nasıl bir şeydir? Diye.

Bu, salt yanında güvenebileceği ve derin sızılarla sevebileceği, zor durumda kaldığında ellerine sarılan ve gözlerine bakarak ‘’Ben yanındayım ve korkmana gerek yok.’’ Diyebilecek bir başka insan olduğu zaman mı geçerlidir?

Evet, öyle ama

Sanırım bir şartı daha var, Verdiğin sözden dönmemek!

Sonsuz güven de diyebiliriz.

 

       Birisine inanmanın ne anlama geldiğini herkes kalbinin derinliklerinde hisseder. Güvenilen birinin ihanetinin nasıl bir hayal kırıklığı yaratacağını hepimiz biliriz. Güvenin tanımını yapmaya çalıştığımızda karmaşıklık ortaya çıkar. Güvenin kelimelere dökülmesi zor. Görülmez ve soyutttur.

Güven ağacını dikmek, güven köprüsü kurabilmek, güven direkleri dikebilmek, güven duvarları örebilmek, güven yolları açabilmek,

Güven kelimelerini bulmak, elimizi tutacağına ve bizi yollarda bırakmayacağına yürekten inandığımız insana yüreğimizi emanet edebilmek duygusu.

Daha baştan korkup ‘’beni düşeceğim zaman tutmaz ve boşluğa düşerim.’’ Duygusuyla içimizde oluşan güvensizlik duygusuyla zaten kendimizi boşluğa bırakışımız değil mi bu yalnızlıkların sebebi?

Her ihtimale karşı bizi tutacak ağları yerinde bırakmak. Değil mi?

Her an ve dakika ağlarımız sağlam ve yerinde mi diye kontrol etmek.

Değil mi?

Koskoca bölüm başkanı, profesor üstelik değil mi?  matruşkadan çıktığı için, daha once, senden once büyük matruşkalara sözü olduğu için onu seçip oraya kukla olarak oturttukları için hatta belki de başkaları hakettiği halde.. Sana verdiği sözden dönüyor değil mi?

Yola çıktıklarını sonradan yolda bulduklarıyla bir insan, üstelik sahteliklerini bildiği halde, değişir satar mı?

İç titremelerimizi bir türlü içimizden söküp atamamak değil mi tüm yaşam?

Kendimizi kristal bir saraya kapatmak değil mi?

Duygularımızı köreltmek değil mi?

Hiç tanımadığımız o bizi uçuracak ve muhteşem yükseklerin hafiflik duygusuna sürekli yabancı kalmak değil mi?

 

 

    ÖZDENER GÜLERYÜZ

Yorumlar

  1. Muhteşem bir yazı olmuş Ozdener bey..Güven, hissedebildigimiz kadar var sanırım..

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı olmuş tebrik ederim sevgili Özdener. Güvenin olmadığı yerde huzur ve mutluluk olmaz., hep kuşku vardır.rahat davranamama gibi eğilimler vardır.Güzel yazın için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇİNİZDE ŞARKI SÖYLEYEN VEYA DÜŞÜNEN ÖZ, HALA YILDIZLARI UZAYA DAĞITAN O İLK AN'IN İÇİNDE DEVİNİYOR MU?

BİREYSEL KÖRLÜKTEN TOPLUMSAL KÖRLÜĞE GEÇİŞİMİZDE ; ''ÖZGÜRLÜK '' VE ''MASUMİYET'' SEMBOLLERİMİZİ ARAMA GİRİŞİMLERİMİZ ÜZERİNE.

PARADİSE LOST- SMYRNA 1922. '' YARALARI KİM DÜŞÜNÜR, ÖLSEM NE GAM!'' : YÜZBAŞI ŞERAFETTİN, 9 EYLÜL 1922