SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK KONUSUNDA NEYİ SÜRDÜRÜYORUZ?
Dünya çevre ve kalkınma komisyonunun yaptığı tanımda Sürdürülebilirlik;
''Bugünün insan ihtiyaçlarının gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılama yeteneklerini feda etmeden karşılanabilmesi.'' olarak
ifade edilmektedir.
Bir kurumu
ele aldığımızda, içsel unsurlar, Kurumsal Bilgi Yönetimi ve Transferi, Kurumsal Öğrenme, Kurumsal Değer, Kurumsal Mutluluk, Kurumsal Vatandaşlık,
Kurumsal İtibar, Kurumsal Sosyal Sorumluluk, Kurumsal Yönetim gibi bazı başlıklarda toplanıyor.
Günümüzde Sürdürülebilirlik konusu şu sıralarda güncelin en üst düzey konusu olarak bilginin. bir üretim faktörü olarak devreye girmesi ve diğer üretim faktörlerine büyük destek sağlaması, bilgide yönetim ve transfer unsurlarına özen gösterilmesini gerekli kılmaktadır.
BİZ GÜNCELDE NEYİ SÜRDÜRÜYORUZ?
Ülkemizde
yaygın meşhur Amerikan kahve firmasına zaman zaman uğrar ve Türk kahvesi adı
altında biraz daha fazla kavrulmuş Güney Amerika ülkeleri kahvelerinin karışımı
ile Türk kahvesi inceliğinde öğütülmüş kahveden içerim.
Kahvenin
yanında verilen iki adet fıstıklı lokumu almam ve bana göre Türk kahvesinin
yanında tek olabilecek şeyin Bitter Çikolata olduğunun bilinciyle yanımda
getirdiğim çikolata ile birlikte içerim.
Bu
gün kahve sırasında iken benden önce gelmiş sırada olan beş, altı genç kız
vardı.
Genel
olarak kıyafetleri ve görünümleri hatta konuşmaları benzerlik gösteriyor ve
durmadan gülüşüyorlardı. Onlar güldükçe en az dördünde diş teli olduğunu fark
ettim. İkisi kısa şort diğerleri uzun geniş paça pantolon giyiyorlardı.
Tamamının
arka ceplerinden telefonları görünüyor, pantolon giyenlerin ön dizleri püskül,
püskül yırtık, T- Shirtleri askılı, dudakları boyalıydı.
Hepsi
de ayrı ayrı meşhur Amerikan markasının glikoz şurubuyla tatlandırılmış renkli,
bolca şekerli güya ferahlatan şeffaf bardaklarda buzlu içeceklerden,
babalarının ceplerine koyduğu paralarla ödeme yaparak öylesine rahat ve
birbirlerine göre kendilerini en azından eşit düzeyde hissederek tek
eksiklikleri ‘’para kazanmak’’ tek
artıları ‘’hava atmak’’ olarak, mutlu çıkıp gittiler.
Bu
kızlar tahminen yedikleri içtikleri nedeniyle epeyce hormon almış iri
görünümlü, zeki, Z kuşağı temsilcileri olarak çok farklı çocuklardı.
Erkek
çocuklarının da bu görünümden ve anlatımdan pek farklı olmadığını zaman zaman
görmekteyim Bu grupların yaşları on beş, on altı dan fazla değil.
Hatta
bu çocuklar bazen kimselere aldırmadan belki de okulu asarak bu mekanlarda
karma olarak da bulunuyor ve öylesine rahat tavırlar sergiliyorlar ki bu
satırları okuyanlara anlattığım bu manzara yabancı olmasa gerektir.
Hiç
mi bizim okullarımızdaki öğretmenler anlatacakları değerli konular dışında iki
satır bu meselelere girmezler diye düşünmekteyim.
İlkokulun
ilk sınıflarından belli sınıflara kadar ‘’Hayat Bilgisi’’ adı altında okutulan
o derslerde biraz da bu tür ‘’doğru davranış’’ gibi, belki de kitaplarda
yazmayan gelenekler, görgüler anlatılsa örneklense diye düşünmekten kendimi
alamıyorum asıl meselemiz Sürdürülebilirlik adına.
Sokaklarda
ve bazı mekanlarda bu çocuklara nasıl davranmaları gerektiğini söyleyecek kendi
ailelerini geçtim, sadece ders mi veriyor okullarımızda?
Yaşam sadece not mu?
Ya da yaşam arkadaşına ‘’senden aşağı değilim’’ mesajını vererek, yarışarak boy ölçüşmek gibi bir şey mi?
Burada
varoş gençliğinden hiç bahsetmiyorum ki, onlar kendi iç dünyalarını yukarıda
bahsettiğim gençlerden çok daha farklı kurmuş olmalılar. Onların buralara
uğrayacak boy gösterecek durumları yok. Onlar kendi dünyalarında iletişimlerini
daha farklı boyutlarda uyuşturucu eşliğinde sürdürmekte ki bu gençler üzerinde
ülkemizde hiçbir kontrol bulunmuyor.
Bu
gençlerden daha küçük şu an çocuk diyebileceğimiz 8 – 10 yaşlarındakiler kahve
içilen yerlere bazen kontrolsüz bir şekilde gelebiliyor ve çok arsızca olmak
üzere oturmuş bir şeyler yiyip içenlerle diyaloğa girerek para isteye
biliyorlar.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİKTE KURUMSAL MUTLULUK
Konu
ile ilgili okuduğum makalede, kurumların gelişmesinde ve başarılı olmasında
‘’beşeri sermayenin’’ yani çalışanın yeteneklerinin rolü üzerine geçen yüzyılda
yapılan pek çok çalışmanın olduğunu öğrendim.
Bu
çalışma sonuçlarına göre; bir örgütün başarısı çalışanın yaratıcılığına,
yenilikçiliğine ve sorumluluk duygusuna bağlıdır.
İçinde
bulunduğumuz yüzyılın bu konuyla bağlantılı çalışmaları ise, personelin ‘’
pozitif psikolojisinin’’ arttırılarak elde edilebilecek ekonomik değer
üzerinedir.
Pozitif
psikoloji kişilerin grupların ve örgütlerin gelişmesi ve başarılı olmasına imkan veren insan gücüne vurgu yapan, kişi ya
da kurumlara neyin yanlış olduğu yönünde yönlendirmede bulunan bir yaklaşım
olarak ortaya çıkmış ve önem kazanmıştır.
İnsanlar
hayatları boyunca mutluluğu ararlar. Bu arayış yaptıkları işle ilgili olarak da
devamlılık gösterir. Yaşamak, yaşamı sürdürülebilir kılmak çalışılan işle büyük
ölçüde bir yapı sergiler. Çalışanların mutluluğu ve memnuniyeti, kurumlar için
oldukça önemlidir. Çünkü pozitiflik , mutluluk ve organizasyonel çıktılar
birbiriyle bağlantılı olup, sadece psikolog ve sosyologlar değil aynı zamanda
yönetici ve liderler de bu konuyla yakından ilgilenmek zorundadırlar.
**
Adı
her ne kadar da büyük, baya büyük, Türkiye’nin birkaç zengini bir araya gelerek
dev bir markayı dışardan ülkeye getirmiş olsa da sürdürülebilirlikten uzak
anlayışla kendine ilah gibi biat etmeyi öne koyan, bırakın çalışanların
mutluluğunu, kendisiyle çalışanlar arasına duvarlar, psikolog adı altında kulak
ispiyoncular koyan yöneticiler var bu ülkede.
Şimdi
hangi sürdürülebilirlikten söz ediyoruz? Neyi sürdürüyor ve ‘’gelecek
nesillerin’’ de çıkarları gözetilerek yapılan hangi sürdürülebilirlik çalışması
bu?
Genel müdürü ve aracısını ilah kabul edeceğiz, başımızı eğeceğiz, gördüğümüz yanlışı dile getirmeyeceğiz, çalıştığımız firmaya aidiyet hissedeceğiz, öylesine hissedeceğiz ki, avaz avaz ‘’bunlar yanlış!’’ diye bağıracağız, öyle bir an gelecek ki, elimize çıkışımızı verdiklerinde kafamıza dank edecek bağlılığımızın son raddesi olan ‘’Orayı hepsinden de çok sevdiğimizi’’ son anda anlayacağız.
Bu
ülkede Çok değerli doktorlarla dolu tıp fakülteleri vardı. Vardı diye yazmam
bile içimi acıttı bir an. Ege Üniversitesi bunlardan birisiydi. Hastayı inceler,
araştırır ve en gelişmiş yöntemlerle tedavi eder, iyileştirirdi. Tıp
Fakültesini kazanan öğrenciler burada hem ders görür hem de daha okula
başladıkları andan itibaren kendilerini bir uygulama hastanesinde bulurlardı.
Gençlikleri o hastanenin koridorlarında geçer, gece gündüz yorulur koskoca bir
altı yılın sonunda doktor ünvanı alırlar, o da yetmez uzmanlık adına neredeyse
tüm ömürlerini o koridorlarda, ameliyathanelerde geçirirlerdi.
Bayraklı
sırtlarında dağları peynir gibi keserek açılan alanlarda şehir hastanesi!!
Adıyla ve elbette yap işlet ve devret adı altında yapılan binalar, açılan yeni
alanlarda şu an gözümüze batıyor İzmirde.
Ege
ve Dokuz Eylül Tıp fakülteleri hastanelerinin şu sıralarda neredeyse tüm
değerli doçent ve doktorları fazla iş yükü ve üni hastanelerinin devlet tarafından
desteklenmemesi nedeniyle özel muayene hane açmak durumunda bırakılıyor ve
üniversite hastaneleri kaderine terk ediliyor.
Üniversitelerin
diğer bölümlerinde ise, hocaların boş vermişlikleri, vurdum duymazlıkları yanında,
gruplaşarak, klikleşerek sonraki bölüm başkanını kendi içlerinden kendi
fikirleri doğrultusunda olmasına önem vererek elde ettikleri sürekli kenetleşme
geleceğe ne sağlayacaktır?
Öğrenciyi
yolcu, kendilerini hancı sanan hocaların artık uyanıp kendilerine gelmeleri
gerekiyor bence.
Kendilerini
matruşka gibi hissetmelerinden başka.
Üniversitelerimizden mezun olan öğrencileri en (azından kendi dalımda) incelediğimde çok boş olarak mezun olduklarını görmekteyim.
1973
yılında başladığım bölümümde, öğrencilerin dersleri yanında uygulama
yapabildikleri yepyeni hayranlıkla seyrettiğimiz, gurur duyduğumuz, son model
makinalar bulunmaktaydı. Fabrikalarda görebileceğiniz makinalardan daha yeni
sistemlerle donatılmış bir pilot fabrika vardı her bölümün kendi içinde.
Şimdilerde
işe o güzel pilot fabrikanın yerinde yeller esmekte, bir uygulama yapılamamakta
her yeri dökülen sadece görüntüde ‘’eskiden buralarda bir şeyler yapılıyormuş
sanırım’’ dedirtecek dökülmüş parçalanmış bakımsız toz içinde bir yerler göze
çarpmakta.
**
Tekrar
soruyorum, son derece başat bir konu olarak karşımıza çıkan ve işletmelerde
geleceğin yolunu belirleyen, düzenleyen Sürdürülebilirlik konusunda Türkiye
genel olarak hangi yolda ilerlemekte?
İlerlediğimiz
bu yolda gelecek nesillerimiz çıkarları korunmuş güzel bir gelecekle karşı
karşıya kalabilecekler mi acaba?
ÖZDENER
GÜLERYÜZ
Sevgili kardeşim Çok çok güzel tesbitler seninde belirttiğiñ gibi hayatın farklı yönleri ve yaşanmışlıkları var onun için o gerçeklere uygun tedbirleri almalıyız hem kişi hemde ülke olarak Her şeyi aynı şablonlarla çözemeyiz kalemine yüreğine sağlık
YanıtlaSilTesbitler hepsi çok dogru...sadece bir seyi belirtmek isterim tüm baş verenler hepsi planlı...istesek de durduramayız...malesef ne dünyayı guzel sekilde gelecek nesillere devr ede bildik, ne de guzel dünya devr edecek bir nesil yetişdire bildik... her ikisinden sınifda kaldik...
YanıtlaSilKaleminize sağlık Özdener bey, elimizdeki değerlerin hepsinin içini boşaltıldıgi bu zamanda bırakın sürdürülebilirlik, bırakacağımiz hiç bir değer kalmadı maalesef
YanıtlaSil