KENDİ TÜRÜMÜZE Mİ BENZİYORUZ, ''NE OLMADIĞIMIZI MI'' DENEYİMLİYORUZ
“Bilgi ve
bilincimiz arttıkça
sefaletimiz de artar.
Bitkide
henüz duyarlılık yoktur, dolayısıyla acı da yoktur.
Hayvan
dünyasının en aşağı türlerinde, belli belirsiz bir acı çekme vardır; böceklerde
duyma ve acı çekme yeteneği sınırlıdır.
İlk olarak
omurgalı hayvanların gelişmiş sinir sistemiyle acı büyük çapta belirmektedir;
akıl geliştikçe de acı giderek yükselmektedir.
Bilinç
yükseldikçe, bilginin kesinleştiği oranda acı da artmaktadır ve en yüksek
noktasını, insanda bulmaktadır.
Bir insan
ne kadar iyi bilirse, ne kadar akıllıysa, o kadar çok acısı vardır;
Dâhi olan
adamsa en çok acı çekendir.”
Arthur Shopenhauer'e göre Dünyanın var oluş düzeni insanın mutluluğu
temel alınarak ortaya konulmamıştır.
Dünya bizi mutlu edecek
şekilde tanzim edilmemiştir, mutluluk ta hayatın gayesi değildir.
İnsan mutluluğa ulaşsa dahi bu mutlu an
kısa sürede
yerini hayal kırıklığına bırakacaktır.
Hiçbir insan mutlu değildir,
ama maalesef aynı insan bütün hayatını, varsayılan
ama nadiren ulaşılan bir mutluluğun peşinden koşarak tüketir.
Dünya, Platon'un
deyişiyle, ''sürekli
oluş ve hiçbir
zaman var olmayışın hüküm sürdüğü yerdir.''
**
Neale Donald Walsch ise Tanrıyla Sohbet
isimli kitabında ''İnsan dünyaya ne olmadığını
deneyimlemeye gelmiştir.'' tezini öne sürüyor.
Kendi ömrüne sığamamış Aziz Nesin
ise, Soyadı kanunu çıkıp,
herkesin kendine bir soyadı seçme mecburiyeti
getirildiğinde, diyor ki kendi soyadı için;
Dünya’nın en cimrileri
''Eliaçık'',
en korkakları ''Yürekli''
, en tembelleri de '' Çalışkan'' gibi soyadları aldılar. Her yağmada
sona kaldığım için
güzel
soyadı bulamadım. Kendimle öğünecek soyadı bulamadığımdan
''Nesin'' soyadını aldım.
**
Walsch'un kitabını (Tanrıyla Sohbet) ,
okuduğum dönemlerde
oldukça
etkilenmiş ve devam eden yıllarda da bunu hem kendi hayatımda hem de diğer
insanlarda gözlemleme
fırsatı bulmuştum bu gözlemim hala da devam ediyor ve ben sanki
bu uzun gözlemlerden sonra yaş aldıkça farklılaşıyor, gelişiyor ve değişiyorum
bunun neticesi olarak da insanlardan uzaklaşıyorum.
Olmadığımız yanımızın nefesini ensemizde
hissetmemiz belki de zamanı geldiğinde durup o yanımıza da bakarak ne olduğumuzu
görmemiz
bize çok
şeyler kazandıracak gibi geliyor bana.
**
Çok değerli yazarları olan ve ilk sayısından itibaren abone olduğum, makalelerini çok doyurucu bulduğum, ''Kemalyeri'' dergisinin Mart ayı 8. sayısı tamamen Çanakkale Zaferine ayrılmıştı. Her sayısında bir makalesi bulunan değerli Siyasi Tarihçi, yazar Prof. Barış Doster'in ''Çanakkale Dersleri'' başlıklı makalesinde bilmediğim ve bana çok ilginç gelen güzel bir ayrıntıya rastladım;
''Osmanlı ordusu'nda çarpışan ve şehit düşen Rum, Yahudi gibi
Osmanlı tebasından olan azınlık mensubu askerler de vardır.
Kayserili Sokrat İncesu gibi. Ve o
kahramanlar vasiyetlerine ''Beni Mehmetçikten ayrı gömmeyin yan yana gömün bizi.'' diye yazmışlardır.
Osmanlı coğrafyasının her tarafından gelen ve birlikte savaşan insanlarda ortak
vatan savunması ve millileşme yönündeki adımların
tohumları atılmıştır.
Sokrat İncesu, savaştan sonra
Bozcaada'da yoksul bir yaşam sürmüş, kendi olanaklarıyla
1964'de Birinci Dünya
Savaşı'nda ‘’Çanakkale
Arıburnu Hatıralarım’’ adlı kitap yazmıştır.
Öldüğünde yastığının altından Kuran'ı Kerim çıkmış ama ne kilise tören yapmayı kabul etmiş ne de camide namazı kılınmıştır.''
**
Yaşamlarında kendi türlerinden farklılıklar
gösteren,
uçlarda
yaşayan davranışlarıyla dikkat çeken, yasaklara başkaldıran,
ayrımcılığa, haksızlığa dayanamayan insanlar hatta hayvanlar da olduğu gözlemlenmekte.
Geçen günlerde bir arkadaşım köy yaşamını çok sevdiğini arada bir
köyüne gittiğinde doğada
şehrin gürültülü ortamından uzak
tepelerde bahar aylarında dolaşmayı çok sevdiğini söylüyordu bana.
Köyün çobanıyla konuşmayı
çok
sevdiğini söylüyordu. Çobanın ona; (Kendi
kafanda kendin için
düşündüğün ''kimlik ceketi''
sana biraz büyük olmuş, bunu anlaman
zaman almış, ama sanırım o ceketi çok sevmişsin, bırakmak
istemiyorsun ya da alışmışsın, ceketsiz kendini savunmasız hissediyorsun o
ceket sigortan olmuş, oysa doğaya aşık birisin.
Doğa özgürlük demek.
Alışılmışlıkla sevdiğin şey arasında bir
yerde bocalıyorsun. Birini bırakman gerekir demiş.)
Çobanın
sürüsünde bir keçisi
varmış ki, bu keçinin
çoban
köpeği
ile garip bir dostluğu varmış. Kendi türünün yanında değil de, çoban köpeği ile takılması çobana hep ilginç gelirmiş.
O keçinin, köpekte ne bulduğu değil
diyordu arkadaşım, asıl mesele kendini kendi türünden farklı görmesi galiba.
İlk bakışta keçinin, asıl görevi sürüyü korumak olan köpekle yakın ilgisi yanlış
bir şeymiş gibi gelebilir ama iyice de içine daldığınızda, size
trajıkomik de gelebilir. Peki keçiyi de dinlemeyi ve
davranışının izahını anlamak gerektiğini düşünürmüsünüz bir süre?
**
Hayatta böyle yaşam ceketini benimsemiş,
kendini kaybetmiş, ‘’Ne Olmadığını’’ deneyimleyen ama bir defa bile dönüp ‘’Ya
arkadaş ben aslında neyim’’ demeyen bazı insanlar tanıdım ben.
Bunların bazısı, çok önemli bir
şirkette, kendine mutlak biat edilmesi gerektiğine inanan demokratik çağdaş
yönetici ceketiyle emrindekilere bilmem ne şirketinde ‘’patron herkesin gördüğü
masaya silah koymuş onu gören artık başka bir uyarıya gerek kalmadan zaten
saygıda kusur etmediği gibi kuzu gibi de işine bakıyormuş’’ tarzında örnekler veriyor, bu örnekler
üzerinden bizzat sağlayamadığı saygıyı insanların içine korku salarak
yaratacağını sanıyordu.
Bazısı, Kırk çeşit yemeğin yiyeceğin
olması gereken Zekeriya sofrası adı verilen yiyecekle dolu masa etrafına
dedikodu yapacak ekibini topluyor, (ekipler kendi yeni dedikodusunu getirmek
zorunda.) Yiyerek dua ve dedikodu yapıyor, Masanın üzerinde karıncalar
gezerken.
Ardından gönül rahatlığıyla bir sonraki
dileklerine odaklanıyorlardı.
Bazısı, hasbelkader sözden çıkmayan
matruşkadan çıkmış tıpa tıp öncekilerle aynı ama biraz küçük, Üniversitede
güdümlü bölüm başkanı oluyor,
Bazısı, diploması olmadığı halde, sahte psikolog
bile olabiliyor.
Bu örnekleri siz de bulabilirsiniz
etrafınızda. Sadece şuna bakın
‘’Ne olmadığını deneyimliyor olsun o
insanlar’’
ÖZDENER GÜLERYÜZ
Elinize sağlık Özdener Bey harika bir yazı olmuş. Özellikle şu kısım beni çok etkiledi "Hiçbir insan mutlu değildir, ama maalesef aynı insan bütün hayatını, varsayılan ama nadiren ulaşılan bir mutluluğun peşinden koşarak tüketir." Çok acı bir gerçeği gösterdi bana. Kısacık insan hayatının her anının tadını çıkartması gerektiğini, tek şansını iyi kullanması gerektiğini düşündürdü. Teşekkürler.
YanıtlaSilYazınızın her bölümü ayrı etkiledi beni. Ama en çok köpekle keçinin dostluğu daha derin düşünmeye itti.. Sosyal değerler, “neyin doğru, neyin yanlış, neyin iyi, neyin kötü, neyin güzel, neyin çirkin, neyin adil olduğu konusunda genel yargılara varma olanağı tanır da bu değerlere sıkı bağlı insanoğlu ne kadar mutludur o tartışılır bence.. Sizinde dediğiniz gibi bunu bir de keçiye sormalı.. Elinize, kaleminize sağlık.
YanıtlaSil