BEN, SENİN BEN OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜĞÜN KİŞİ OLDUĞUMU DÜŞÜNÜYORUM

 

 

 

 

    Çok defalar duyduğunuzu, uygulamaya çalıştığınızı sandığım, aydınlanma, iç yolculuğa çıkma vb.'' deyimleri ve bunların önemli sonucu olarak da ''kendini Tanıma'' konusu, oldukça çaba gerektiren bir arayış olsa gerek.

Konuyla ilgili detaya inerek yaptığım incelemelerde ve okuduğum kitaplardan anlaşılıyor ki, Amerikalı sosyolog Charles Horton Cooley ( 17 Ağustos 1864 - 8 Mayıs 1929 ) Bu konuyla ilgili çalıştığı Michigan Üniversitesinde ilk defa ''Ayna Benlik'' diye bir tanım ortaya atmış.

 

'' Ben benim düşündüğüm kişi değilim,

Ben senin ben olduğunu düşündüğün kişi de değilim.

Ben senin ben olduğumu düşündüğün kişi olduğumu sanıyorum.''





 

Cooley, bu tanımıyla o kadar derine inerek bir ''Ayna Benlik'' konusu açıklamış ki, dönüp bir kaç kere okumak zorunda kaldım ve elbette sonunda ne dediğini başıma inen bir balyoz ağırlığıyla anladım.

Adamcağız basit bir gerçekliği işte bizim gibilerin sonuçta anlaması ama tabir caizse ''Dank'' diye anlaması için böyle açıkladığını düşünüyorum.

Siz de öyle mi düşünüyorsunuz insan ömrü sahiden de başkasının kendisi hakkında ne düşündüğünü düşünerek mi geçirir?

İstediğinizi ''Başkaları ne düşünür'' diye yapamıyor musunuz?

Konuşmanızı size başkalarının biçeceği değer nedeniyle içinizde mi tutuyorsunuz?

Size biçilen değerler manzumesinin dışına çıkamıyor musunuz?

Sonuçta özetle, algılandığınız ve size yansıtıldığı miktar ne ise siz de o kadar mısınız?

İşte bu açıklamaların hepsi ''Ayna Benlik'' oluyor. Size bakışların toplamı kadar siz sizsiniz.

    AYNA OLMAK DEĞİL AYNA TUTMAK

İç yolculuk bazen aynaya bakarak da olabilir mi? Ama duvarda asılı olan aynadan söz etmiyorum burada.

Ülkemizin değerli yazarlarından İskender Pala’nın ‘’OD’’ isimli romanında, ‘’Hırkamızın içine doğru’’ yapılan bir yolculuktan söz edilir. O yolculukta görülenler ‘’Alice Harikalar Diyarında’’ kitabında ya da filmindeki bazen güldüren bazen düşündüren, akıl almaz olaylar zinciriyle gözleriniz gülmekten mi ağlamaktan mı bilemediğiniz yaşlar ile dolacaktır kesin.

Burada bahsedilen her gün her etkileşimde başka kişilerin ona tuttuğu aynadır sözü edilen. Cooley de ayna benlikten bunu kast ediyor. Burada üç önemli unsur var.

Birincisi, başkalarına nasıl göründüğümüzü kafamızda canlandırırız. İkincisi, canlandırdığımız görüntünün başkaları tarafından nasıl yargılandığını canlandırırız. Üçüncüsü de, Bu canlandırdığımız yargılar ile benliğimizi oluştururuz.

Bu şekilde hakkımızdaki düşüncelerimiz aslında başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüklerini düşünmemiz ile oluşur.

‘’Senin gözünde ne isem ben oyum’’ şeklinde formüle edilebilir bu durum.

Bana göre şu ayna tutma meselesi öyle kolay bir mesele değil aslında. Bir kere olayı,  ‘’Ayna Olmak’’ gibi yanlış bir deyime çevirmemek gerekir bunu bir kenara yazalım.

Olayın özünde kelimenin tam manasıyla ‘’Ayna Tutmak’’ var ki olayı zorlaştıran da bu ‘’Tutmak’’ kelimesi olsa gerek.

Karşınızdaki sevdiğiniz, içsel gelişimi çok yüksek seviyede olsun dediğiniz canınız, belki çocuğunuz, eşiniz gibi güzel bir yere koyduğunuz kişidir o.

Ya da eğittiğiniz öğrencileriniz, yakın, içten komşunuz, çok sevdiğiniz arkadaşınızdır.

Ortada görünür bir ayna yok elbette ne sizin tuttuğunuz, ne de onun kendini fiziksel olarak gördüğü görüntüler yok.

Siz o insanı çok sevdiğiniz için tuttuğunuz aynanın açısını hiç değiştirmeden tutabilecek misiniz? Asıl mesele bu.

Çok yorucu olsa gerek bu ayna tutma şekli. Arada bir tuttuğunuz aynanın arkasından eğilip aynayı tuttuğunuz kişiye bakmak isterseniz ya ayna elinizden düşecek, ya da açısı değiştiğinden kişiniz kendini gerekli yerden göremeyecek ya da ayna başka yerleri gösterecek.

İşte tam da bu durumda sanıyorum ki bireyler arası iletişim de kopmakta kötü düşünceler, davranışlar ortaya çıkmakta, kısaca bireyler arasındaki ipler kopmakta gemiler yanmakta, köprüler atılmakta.

 O zaman da; gerçek acı yüzler ortaya çıkacak ve güçlü olan taraf güçsüzü ezerek defterini dürecek.

Gerçek yüz göstermekte de bana göre dünyadaki en başarılı canlı insan olsa gerektir. Aynayı da maskeyi de bir kenara fırlatıp silahlarını kuşanır o.

İçsel, hırkanın içine doğru yapılan yolculuk devam edebilir mi o durumda belki ama savaş bitince ve umarım geç olmadan.

Ama unutmayın ve tekrar ediyorum elinizde aslında ayna falan da yok.

Karmaşık mı oldu biraz?




**

Özellikle de çocukluk döneminden itibaren algıladığımız her tepki ile oluşan bir benlik duygumuz var.

Kişinin benlik oluşturması ve benlik duygusu bu dönemde başlıyor. Algıladığımız tepkilerden bizim vardığımız yargılar ile benlik duygumuz oturmaya başlıyor.

Cooley, insanda benliğin tek başına var olamayacağını ileri sürmektedir.’’ Ben’’, ancak karşılıklı benlerin birbirlerini fark etmeleri tanımaları durumunda kendi varlığının idrakini kazanabilir. O bu durumu ‘’ Diğer benler olmadan bireyin de kendine ait bir benliği olmayacaktır’’ şeklinde ifade ediyor. Ona göre, ben ancak diğer benlerle var olabilir, ben ve bene ait kişilik yapısı, davranış kalıpları da diğer benlerden etkilenir. Böylece başkalarının benliğe yansıyan davranışları ve tutumları benliğimize yansıtılan bir aynaya benzer ve bu yansımadan sonra var olan benlik daha fazla önem kazanarak gelişir. Cooley bu sürece ayna benlik adını vermektedir.




‘’Bireyin kendisi ve birçok toplumsal davranışları hakkındaki yargısını belirleyen şey, onun başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğünü bilmesidir.

Ayrıca Cooley’e göre bireyler değişse de bireylerin sosyalleşmesi ve birbirleriyle girdikleri etkileşimler değişmemektedir. Bu bir tür yinelenmedir ancak içi boş bir yinelenme değildir.

Bireylere katkı sunan süreç gibi görünmekte, Öyle ki, bireylerdeki akılcılığı, işbirliğini, ileri götüren bir gelişmedir.

Ona göre birey toplum içinde bir yarışmacıdır, toplum ise yarışmacıların birbirlerini ters davranışlara rehberlik eden zıt unsurlarla birlikte ahenk gösteren unsurların da olduğu iş bölümünün üst seviyeye çıktığı bir sosyal organizasyondur.

Birey yarışmacı toplum ise sosyal organizasyondur analizi Cooley’in perspektifinde bireylerin sosyal etkileşimlerinin yapıcı bir rekabete ve iş bölümüne dayandığını vurgulamaktadır.

 

ÖZDENER GÜLERYÜZ

 

 

 

    

 

 

 

Yorumlar

  1. "kendini değil,
    kendini gösterdi ona.
    içi, donuk bir gri içinde idi
    dışı, parlak gümüşten bir ayna."

    Gerçek benliğe ulaşmak için bir aşama olabilir mi? "ayna benlik" diye düşünmeye itti yazınız.. Sosyal varlık olan insanoğlu yaşamının her aşamasında kabul görmek, taktir edilmek, beğenilmek,
    başarılı olmak ister. Bu onu güçlü veya zayıf kılabilir. İşte bu noktada aynada ne gördüğü önem kazanır. Elbette sizin de belirttiğiniz gibi aynanın tutuş açısı çok önemli..Bu konuda çok şey söylenebilir..
    Güzel yazınız için kutluyorum. Teşekkürler bana kattıkları için..

    YanıtlaSil
  2. İlginç bir yazı olmuş, emeğinize sağlık.
    Katkı adına, yapılan kişilik üzerine klinik deneylerde, bireylerin benlik-kişilik davranışlarının spontane tercihlerden ziyade, alt beyinde öğrenilen küçük yaşlarda temeli oluşturulan öğreti düzeneğine bağlılığı öngörüyor.
    Özellikle ilk 5 yaş içerisinde alınan tüm bilgiler (sevgi-şefkat-nefret-hak arama/verme-kıskançlık-öğrenme....), yıllar içerisinde tecrübe ve talep edilen bilgilerin ,ki bu gelişim bile önceden alınan temele asla ters düşmeyecek yönde olduğu gerçeği ile, ışığında bir tercih bir kabul ve tepkime oluşturuyor.
    Yani çabalarımız veya dışardan uyarıcılar ne kadar kişiliğimizi yoğun ateş altında veriye boğsa da , özbenlik mutlak fabrika kodlarını korumayı önceliyor.
    İlk 5 yaş eğitimin ve de annenin çocuk üzerindeki muazzam etkisini bu yazı ile bir kere daha hatırlamış olduk.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇİNİZDE ŞARKI SÖYLEYEN VEYA DÜŞÜNEN ÖZ, HALA YILDIZLARI UZAYA DAĞITAN O İLK AN'IN İÇİNDE DEVİNİYOR MU?

BİREYSEL KÖRLÜKTEN TOPLUMSAL KÖRLÜĞE GEÇİŞİMİZDE ; ''ÖZGÜRLÜK '' VE ''MASUMİYET'' SEMBOLLERİMİZİ ARAMA GİRİŞİMLERİMİZ ÜZERİNE.

PARADİSE LOST- SMYRNA 1922. '' YARALARI KİM DÜŞÜNÜR, ÖLSEM NE GAM!'' : YÜZBAŞI ŞERAFETTİN, 9 EYLÜL 1922