YALAN HİKAYE İÇİNDE KÜRDİ-Lİ HİCAZKAR ŞARKI
Hatırladıkça uzak gençliğimi, bu günlere gelmenin henüz erken
olduğu dönemleri, aslında bugüne göre ne kadar da rahat günlermiş diye iç
geçiriyorum. Yüzüme rahat bir gülümseme yayılıyor.
Durup dururken, hiç beklemediğim anlarda, kulağım hafifçe,
ruhumu okşayan, yüreğimi sıkıştıran, melodilerle doluyor.
Duyuyorum.
Yürürken bir sahilin seslenişini, birleşmiş birçok sesle
birlikte bana seslenmesini sürdürmekte. Bazen haykırmakta. Umursamadığım zaman
kulaklarımda çanlar çaldırmakta.
Gittikçe, “Hep susmayı tercih etsen de, içinde kalanlar sana
yeter. Çok şey yaşadın ve çok ağır yaşadın, unutamazsın” diye kulaklarımda
zaman zaman beni şaşırtan sesler duymaktayım.
“Ne seeniiin, aaaşkına muhtaaaç!” derken sözleri, kürdi-li
hicazkar bir şarkının…” Sahiden de öyle mi?” diye sormakta benliğim ve yüreğim.
Dönüyorum eskiye.
Yer İzmir, Mithat Paşa Lisesi önü. Zaman dilimi, sanırım öğle
üzeri. Yılını bir an hesaplayamadığım, eski mi eski, bir anı.
Bağırıyor okulun önünde turşu satan adam. Oynuyor. Kendi
bildiklerini. Cezbediyor bizi. Toplanıyoruz başına. İçiyoruz turşu sularını ve
o anlatıyor.
“Eve tuz lazımdı. Ahırdaki horozun üzerine vurdum semeri, düştüm
yola!” diye başlıyordu hikayesi. Arada bir de, başkalarının da dikkatini çekip
kendi arabasının yanına getirtmek için durup, havayı kokluyor ve “Gelin, gelin!
Bak, ne yalanlar söyliycem size!” diye ortalığa sesleniyordu.
Keyifle turşu sularımızı yudumlarken onun anlattığı yalan
hikayeleri zevkle, kahkahalarla gülerek dinliyoruz.
Duyuyorum.
Bir yandan içim sızlarken, geçip giden yıllara. Derin bir hüzün
içinde, yine aynı makam… Sanırım sonu, “Unutacağım!”la bitiyor. Neyle biterse
bitsin.
Hızla dönüyorum eskiye yine.
Bağırıyor turşucu. Hiç unutmadığım her kelimesi yalan olan
hikayesine devam ediyor. “Az gittim uz gittim, horozun üzerinde, dere tepe düz
gittim. Sonunda tuz gölüne vardım.”
Bizler turşu sularımızdan birer az yudum alırken o devam
ediyordu.
Biz garantiydik, aklı fikri yeni gelecek ve hem turşu suyundan
içecek hem de hikayesini dinleyip gürültüye gürültü katacak yeni
müşterilerdeydi.
“Tuz gölünden bir çuval tuz yükledim horozun sırtına. Ben de
çıktım çuvalın üzerine. Sürdüm horozu yola.”
Duyuyorum.
Makam, bazen ağırlaşıyor. O kadar derinden dinlemem gerekiyor ki. İçim susuyor adeta.
“Ne eesiriiii’iin olaacaağııım!”
“Bir dere çıktı önüme!” diye haykırıyor turşucu.
Hepimiz yalan hikayenin bu bölümünde dikkat kesiliyoruz.
Gülmeler durmuş, bakıyoruz ne yalan atacak diye.
O hiç istifini bozmadan devam ediyor. “Sürdüm horozu dereye.”
“Tuzum ıslandı” diyor. “Horoz dereden çıkınca tuzun, bir de
benim ağırlığımdan dizleri üzerine çöktü kaldı!” diyor.
Kahkahalar patlıyor turşucunun arabası etrafında. Kalabalık
artıyor. Turşu satışları da patlıyor. Hikaye bitmedi ki…
Hiç ciddiyetini bozmuyor. İşini çok ciddi yapıyor. Elinde turşu
bardağı, içine turşuları doldururken.
Duyuyorum.
Bana gelen ezgiler, içimde bir yerleri kanatıyor. Sözleri ise
çok ağır bu şarkının… Neden bu şarkı? “Sayan” usta, bu güfteyi yazarken,
gerçekten “Yeni aşkın kucağında yeniden doğmayı düşündü mü?”
“Ööyle bir seevgili! buuulduuum kii!”
Tabi tabi, hepsi de sıraya girmiş sevgililerim beni beklemekte.
Hemen bulurum. Kolay. Hem ben çok yakışıklıyım di mi?
“İndim!” diyor, horozun sırtından, turşucu. “Kaldırdım horozu
çöktüğü yerden.”
“Yakında bir karpuz tarlası vardı!” diye devam ediyor.
“Küçük bir karpuz kopardım, çakıyla kesmek isterken çakı
karpuzun içine kaçtı!” diyor. Kahkahalar ikiye katlanıyor.
Ama o durmuyor. Ardı ardına patlatıyor bombaları.
“Girdim!” diyor, “Karpuzun içine!”
Gözlerimiz dışarı uğruyor! Yaşlar akıyor artık gülmekten.
O zamanlar hesapsızca gülmekten, ağlardık. Şimdi de fazla hesap
yapmaktan ağlamalardayız.
“Yenii aaaşkın kuucaağıındaaaaaa!”
“Aradım buldum çakıyı.” diyor turşucu. Rahatlıyoruz.
Duyuyorum.
Bu ezgi eziyor beni. “İlkar” usta da hiç acımadan besteleyip
geçmiş. Beste, sözleri onaylamış. Ben de mi onaylasam bu fikri? Aksak usulde,
kürdi-li-hicazkar, esmiş geçmiş.
“Seniiiiii u- nu taaa caa
ğıım!”
“Zor unutursun!” diyor yüreğim. “Bak, unutmak yeni aşkın
kucağında oluyormuş!” diyor.
“Nerde sende o yürek!”, “Kolay mı unutmak!” diye de sorguluyor.
“Sana ne yaaa!” diyorum yüreğime. Ve ekliyorum,
“Bilmiyorum” sessizce, kendim bile duyamıyorum.
“Bilmiyorum”
“Eve döndük!” diyor, “Tuz la!” turşucu!
“Yolda” diyor, “Horozun ayağına diken batmış!” yine
dikkatlerimiz turşucuda. Hiç bitmiyor adamdaki enerji.
“Doktor çağırdım!” diyor. “Diken’i çıkardı, horozun ayağına,
hindistan cevizi sürün!” dedi diyor!
“Küçükken” diyor, “Hindistan cevizi yemiştim!”, “Dişimin
kovuğunda biraz kalmış!”
“Beş tane kazmalı kürekli adam çağırdım, dişimin beş metre
dibine indiler!”
“Oradan biraz hindistan cevizi bulup çıkardılar, horozun ayağına
sürdük, geçti!” diyor.
Yalan hikayenin sonunda turşucu ve bizlerin yüzlerinde yalandan
da olsa birer gülümseme oturuyor.
Yalan hikayeler, yalandan iç burkan aşklar, yaşanmış ya da yaşanmamış
gibi yapılan “gel- git”ler her zaman yüzlerde gülümsemeler bırakmıyor ama.
Yaşanmadan daha yaşlandığımız, o güzel duygularımız, hislerimiz…
Hiç hissedilememiş gerçek aşklar.
Sadece yüreğimizde tutup kilitlediğimiz, hiç, ama hiç hayata
geçiremeyeceğimiz, kendimizin de inanamayacağı,
“Ööyle bir, sevgiliii buulduum kiii… Seniiiii
u-nuuutaacaağııııım!”lar.
ÖZDENER GÜLERYÜZ
Çok guzel anlatim olmuş, yuzumden tebessum eksik olmadi okurken, ayni zamanda kendi eski gunlerime göturdü..."Ne guzel günlermiş ya" demeden gecemedin. tesekkurler...
YanıtlaSilKemeraltı'nda gezerken turşu suyu içerdik... Sokakta kimse turşu satmaz Bizim memlekette.
YanıtlaSilÇok hoşuma giderdi.. şimdi ismini hatırlamıyorum.. içinde kellenin bazı kısımları olurdu.. o durumdan yaptırır Bir de turşu suyu bulursam, tadına doyulmaz dı... O günleri hatırlattın bana. Teşekkür ediyorum ellerine sağlık