ZERDÜŞT'ÜN HATIRLATIP YENİDEN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
‘’Şu rahiplerin kendilerine
kurdukları kulübelere bakın hele! Kilise diyorlar tatlı kokulu mağaralarına.
Ah o bozulmuş ışık, küflenmiş hava! Ruhun kendi
yüksekliğine uçamadığı yer!
Şöyle buyurur inançları: Dizlerinizin üzerinde
tırmanın merdivenleri, ey günahkarlar!’’
**
Bir dergide
okuduğum '' Yazmak isteyenin bir meselesi olmalı'' cümlesi son günlerde iyi hissetmemi sağlayan, hoşuma
giden ve ayrıca da gülümsetip düşündüren bir cümle oldu.
Benimse meselem değil meselelerim oldu
hep.
İşte buna gülümsüyorum geriye bakıp düşünüyorum ayrıca.
Düşünürken de şu an elimde
olan ve son elli sayfasında olduğum Alman Filozof Fredrich Nietsche'nin (1844 –
1900 ) Dünyaca
ünlü ''Böyle Buyurdu Zerdüşt'' kitabının
neredeyse her satırında çarpılıp, geriye çekildiğim anları
anımsıyorum.
Nietsche, adına Zerdüşt dediği bir nevi
bizim antipeygamber olarak düşünebileceğimiz bir
karekter üzerinden
bizimle konuşuyor ve her bölümünü meşhur, ''Böyle Buyurdu Zerdüşt'' cümlesiyle sonlandırıyor.
Zerdüşt insanı, ''toplumsal
ideallere bağlı olmamaya'' ki, biz bunu ''sürüye ait olmama'' olarak
algılayabiliriz. Birey olmaya çağırır.
Der ki insana: ''Yeryüzüne bağlı kalın ve
inanmayın size dünya
ötesi
umutlardan söz
açanlara'' Kendi kuşağının ve çağının insanından çok ötelere seslenmiş ve
ancak 20.YY da yaşayacak kuşakların anlayacağı kehanet diyebileceğimiz içinde bulunduğu yüzyıl yerine, gelecek yüzyılın insanın sözcülüğünü yapmıştır.
İşte bu satırları kendi içimde öğütmeye çalışırken ister istemez
geçmişte
bilmeden ama çok
cesurca, fütursuzca
davranışlarımı hatırlıyorum.
Bu hatırlamalar beni bu günkü aklım olsaydı yine de
aynı davranışları sergiler miydim diye de ayrıca kendimi sorgulatıyor.
‘’ Ey hayatımın
ikindisi! Ey akşam öncesi mutluluğu! Ey açık denizlerdeki liman! Ey
belirsizlikteki huzur! Nasıl da kuşkuluyum hepinizden! Gerçekten, sinsi
güzelliğinizdir beni kuşkulandıran! Işığa benzerim ben, pek yumuşak gülüşlere
kuşkuyla bakan.’’
NELER OLDU NELER
Meslek Lisesinden mezun olunca o
zamanlar, Lise ve Meslek lisesi mezunları için ayrı ayrı yapılan Üniversite sınavına
girmiş ve ilk sene kazanamamıştım.
Yaşadığımız ilde bulunan, askeri
istihkam fabrikasında bir yıl çalıştım.
Sivil işçi olduğumuz bir yerde
bize askeri kuralları dayatıyorlardı.
Kısım amirimiz olarak ilkokul mezunu bir
usta bulunuyordu.
O’nun idaresi altında, genel askeri
disiplin içinde önceden belirlenmiş, uyulması elzem olan işleyiş kurallarına
itaat ederek çalışma zorunluluğu vardı.
Yasak olan ve yapılmayacak denilen her şeyin
tersini yaptım. Benim için açılmış bir suyolundan
akmak ve sonunda istenilen yere dökülmek kadar utanç verici bir şey yoktu o
yaştayken öyle algılıyordum durumu.
Saçlarımı ve favorilerimi
uzattım, Hiç de askeri disiplin
altında hissetmedim, defalarca uyarıldım hiç dinlemedim gözlerinin içine baka baka tam tersi
davranışlarda bulundum.
Omuzunda parlak yıldızları olan sarı
saçlı rütbesi Yarbay olan bir fabrika komutanı vardı. Bazen denetime çıkardı
fabrika içinde, gelir konuşurdu bizimle herkes onunla korka korka konuşurken
ben gayet rahattım olumsuzlukları da ifade ederek gözüne bakarak konuşurdum. Dikkatini çekmiştim o nedenle de Üniversiteyi
kazandığım zaman beni odasına çağırdı yağlı iş tulumlarıyla, yanımda odacısıyla
gittim yanına ve beni tebrik etti.
Elbette bu tür ters itaatsiz
davranışlar, hemen fark edilmenize neden olarak insanların farklı bakış ve
bazen de direkt olarak eleştirilerine maruz bırakır sizi.
Ancak zamanla sorumluluklar artıp
omuzlarınızdaki yükler ağırlaşınca kendimde daha ileri yıllarda farklı bir
yumuşama, kendimden çok ailemi düşünme durumunda olduğumu fark ettim.
Ancak siz değiştiğinizi zannetseniz de
karşı taraflar ne olduğunuzu süzebiliyor elbette. Devlet memuru olduğum
yıllarda olsun özel sektörde olsun benim olayları irdeleme, sorgulayarak dibine
inme, itiraz etme, tek başına karar verip uygulama şeklinde devam eden farklılığım
her yerde bana olumlu olarak yansımayan olaylara neden olarak, amirler, müdürler,
Gn. Müdürler ve sahte şirket psikologları gibi pozisyonları rahatsız etti.
Olaylara tek bir yönden bakmayarak adeta
mevcut durumu her yönüyle Picasso tablosuna çevirmekte üstüme yoktur.
Sonuçta toplamda bu günüme baktığımda
her şeyi güya bana göre en güzel kelimeyi kullanırsam adaletle yönetmeye,
algılamaya çalışan ben umudunu kaybetmemiş ama onun dışında işte o
uyumsuzluğum, itirazcı tutumum, adaletsiz şekillerde bir kalıba dökülemeyen
karakterim nedeniyle epeyce şey kaybetmiş bir insan olarak yaşamaya devam
etmekteyim.
‘’ Tiksintim miydi bana kanat takıp kaynak bulan, güçler veren? Gerçekten de
havalanmam gerekti en yücelere, sevinç kaynağını yeniden bulabilmem için!
Ah! Buldum onu kardeşlerim! Burada en
tepelerde benim için sevinç pınarı fışkırıyor! Bir hayat var burada,
ayaktakımının benimle birlikte içemediği.’’
**
HİÇ ÜST İNSAN GÖRDÜNÜZ MÜ?
Nietsche, Zerdüşt'ü anlatırken gittiği
yerde alaya alınan, anlaşılmayan bir insan gibi tanımlar.
En acı ve bana göre anlaşılması, idrak
edilmesi çok
zor olan tanımlama insanı, hayvan ile üst insan arasında
gerilen bir ip olarak görmektedir.
İnsana kendini aşma misyonu yüklemektedir. İnsan için hayvan ne ise, üst insan için de insan o'dur.
Yaşam felsefesinin içeriğini oluşturan net
değerleri üst
insan kendini yenerek, yaratıcılığını kullanarak, büyümenin acısıyla yüzleşerek kendisi
belirleyecektir.
Zerdüşt, insanlar arasında
dolaşırken onları hep paramparça, kırık dökük, darmadağınık görür ve acı çeker.
İradesini başka insanın denetimine vermeyen, birey olarak insanlardan fikri kopukluğunu ve yalnızlığını güce çevirebilen, değerleri toplumda hazır olarak bulup benimseyen değil, kendi içinde bulup inşa ederek ortaya koyan kişidir ona göre üst insan.
Nietsche, tabi ki net bir değerler
sistemi koyarak tüm
insanlığa uyulacak dogmalar da bırakmamıştır. Zerdüşt bu anlamda bir
uyarıcıdır, yolu gösterir
ama insanlara ulaşılacak değerler listesini hazır olarak vermez.
Çünkü, her insanın bu yolda
büyük acılara göğüs gererek, toplumsal
olarak çekebileceği
dışlanmadan tutun içsel
olarak değerlerini yıkmanın sancısına kadar bir çok şeyle yüzleşmesi gerektiğini
savunmaktadır.
Nietsche'ye göre bir ağaç, görkemine ulaşmak için rüzgarlı havaya muhtaçtır bu yüzden.
Elimdeki kitap bir yaşam felsefesini tanımlamakta.
Bu felsefe, dinlerin ve metafizik her türlü inancın alt üst edilip terse çevrilmesidir.
Kişi herhangi bir devletsel veya dinsel
ideale bağlanmayı bırakmalı, yeryüzüne ve yaşama bağlı
kalmalıdır.
ÖZDENER GÜLERYÜZ
yazınızdakı mesaji aldım sanırım.tesekkur ederim guzel yazi icin. Ama zerdustluyun onemli tapınaginin oldugu bi sehrin sakini gibi, aynı zamanda hale devam eden bazi geleneklere sahip oldugumuzdan Nietsche den farklı bi bakis açımız var. (bazan neden zerdustluyu arasdirmagi secdi , tengriciliyi deyil diye dusunmuyor deyilim) bence arasdiraraq bi seyi anlatmak baska, o ruhu kendinde tasimak baska (istesek de, istemesek de)
YanıtlaSilp.s. mesele dini ve ya devletsel ideala bagli kalmak değil...mesele bildiklerin ve anladiklatini anlatma hakkinin olmadigi mecburiyyetinden caresizce cırpınışıdır.dunyaya sevgi baris burakmak isterken sana kötüluk ve ölümle meydan okuyan kendinibilmezlere nefret hakkimiz da olsun bence... (belki yalnış anladim, o zaman özür dilerim)
Ellerine sağlık çok güzel olmuş... Anlatmak istediğin üst insan insan için bir örnek vermem gerekirse, buna en güzel örnek Gazi Mustafa Kemal Atatürk... Hayatını ve yaşadıklarını okuduğum zaman sanki dünya onun isteklerini yerine getirmek için kendiliğinden şekillenmiş.... Bir insan gerçek anlamıyla olması gerektiği gibi endisine inanır ve güvenirse o insanın isteyip de yapamayacağı bir şey yoktur
YanıtlaSilElinize sağlık.Zerdüşt’ü ahlak temsili olarak sunuyordu kitapta yanılmıyorsam.Bir Sokrat tekniği ile sorgulanmayan hiçbir hayat, üst kimliği doğrulayacak mertebeye erişmiyor.
YanıtlaSilZenginlik/refah gerçekten mutluluk mu, din ritüelleri içimizdeki boşluğu tam olarak doldurup daha mutlu ediyor mu, daha kısaca bize sunulan ve aksi durumda dışlanmayı sopa olarak tutan tek yaşam formu daha ne kadar sürdürülebilir.
Sanırım insanların,mutlak kendisine açıklaması gereken , ve doğruluğunu zaman içerisinde tasdik etmesi beklenen soru ile başlaması özgüveni kuvvetlendirir,
“ben neden bu evrende-özelde bu dünyada varım”
Elinize aldığınız pense ile sadece işlevini tamamlayacağı yerde kullanmanız hayatınızı kolaylaştıracaktır, aksi takdirde ekmek kesmekte oldukça zorlanabilirsiniz.
“Ben neden “varoluşçuluğunun bir erdem ile desteklenerek bedende vücut bulması, yaratıcılığın ta kendisidir.
Bunun dışındaki sorgusuz bir benlik öğretilmiş bir kötülük eseri olması muhtemeldir.
Unutmayalım ki Kabil , Habil’i kıskançlık sebebi ile öldürmüştür ve çocukların kıskançlığı hissetmeleri ebeveynleri tarafından öğretilen/ hissettirilen bir duygudur, diye düşünüyorum.
Yazılarınızda başarılar.
Eline, emeğine sağlık gene güzel bir yazı çıkarmışsın.Nietsche'den alıntılar çok güzel ve yerinde .Zaten senin mühendislik alt yapısının getirdiği analitik düşünme yeteneğini araştırma sorgulama sanatı ile yazılarına özgünlük katan ve misyonunu yazılarına yansıdığını görüyoruz. Çağdaş fikirlerin ile arkadaşlar arasında her zaman sevgi, saygı ve güven kazandığını biliyoruz.Tebrik eder, başarılarının devamını dilerim.🙏🌻💖🌿
YanıtlaSilÖzdener bey, yaptığınız yorumlamak ve yazı harika. Sizden öğrenecek çok şeyim var... Tebrikler.
YanıtlaSilCemal CEYLAN