''YILDIZLI GECEDE MİYİZ, TUTUKLULAR ÇEMBERİNDE Mİ?
Zamanın
hissedilir şekilde hızlandığı, her şeyin birbirine girdiği, olayların biri soğuyup,
anlaşılıp, sindirilmeden bambaşka diğer bir
olayın gündeme
geldiği günleri
yaşıyoruz.
Ya da, bizler yani benim yaşım, ya da
yaşı ona yakın olanlar geçmişte, çocukluk ve gençlik yıllarımızı, bu gün olduğu gibi bizi
oyalayacak, zamanın başkalarından, en yakınlarımızdan bizi koparacak şekilde geçmesini sağlayacak
durumların, olayların, en azından bu günkü gibi her gün farklı bir şekilde
ortaya çıkan
farklı sosyal medya mecraları olmadığından, kendimizi ailemize, arkadaşlarımıza,
okulumuza, derslerimize vermekten başka bir amaç bilmezdik.
Telefonun önce arabalara daha
sonra da ceplere girmesi, benim üniversiteyi bitirip,
evlenip, bir işte çalışmaya
başladıktan ve de iki evlat sahibi olmamdan sonraya dayanıyor. Bu da 1990 yılı
ve sonrasına denk gelmekte.
Zamanın hızlı geçiyor gibi hissedilmesi,
olayların geçmişe
göre
daha sert, derin izler bırakarak oluşması ve iletişimin düne göre çok ama çok daha fazla hızlanması,
siyaset, sağlık, orta ve yüksek eğitim sistemleri,
hukuk gibi başat sektörlerde yapısal bozulmalardan dolayı, en önemli konularda insanı
insan yapacak, yaşatacak ve bunu idame ettirecek şekilde yürümemesine ve onların içsel olarak da hem yürütme görevini üstlenmiş kişilere hem
de kendi içinde
birbirlerine olan saygı, sevgi, bağlılık gibi konuların azalmasına sebep
olmakta.
Günümüzde makro düzeyde beş milyon
kişinin ölümüne sebep olan pandemi,
dünyayı
önümüzdeki yıllarda da
sarsacak gibi görünmekte.
Artık insanlar sokakta, fırında, alışveriş
merkezlerinde, marketlerde birbirlerinden daha şüpheci, mesafeli şekilde yaşam
sürdürüyor, yalnızlaşıyor.
Büyük çöküş yaşayan kurumlar,
kendi içlerinde
yine kendi devamlarını sağlamak için birbirini doğurmaya,
birbiri içinden
çıkmaya,
en azından baştaki yöneticinin kendi geçmişlerini ve
geleceklerini de koruyacak bir kişi olarak kalmasını sağlamaya çalışıyor.
Üniversitelerden
mezun gençler
ellerinde diploma ve ileri teknoloji telefonlarıyla sözüm ona çok sağlıklı kullandıklarını
sandıkları akıllarıyla, tecrübeli insanların yönlendirmelerine pek rağbet
etmeyerek, iş için
başvurdukları değişik sektörlerde rahat ortamlar,
bol paralar koklamakta günümüzde.
Küresel iklim bozulmaları,
dünyada
bu konuda farklı sesler çıkaran insanlara rağmen devletler tarafından
işlerine gelmediği için gündeme alınıyormuş gibi
yapılsa da bu konuda dağıtılan fonların hatırına konuyla ilgileniliyormuş gibi
yapılmakta günümüzde.
En moda yünetim şeklini günümüz siyasetçisi, ''ayrıştırmak'' ve bundan güç sağlamak olarak görmekte, buna bağlı
olarak insan ne yazık ki kendi hapishanesine ve yıldızlı gecesine doğru
itilmekte.
KENDİ HAPİSHANEMİZ VE YILDIZLI
GECEMİZ
Yalnızlaşan insan kendi özgün
hapishanesinde kasvet, keder, elem ve hüzün yaşıyor.
‘’Yıldızlı Gece’’ deyimi aslında bana,
Moskova Puşkin müzesinde bulunan, günümüzde batı dünyasının en önemli eseri
olarak konumlandırılan bir tabloyu anımsatıyor.
Bu tabloyu, ‘’Bir gün ölüm bizi başka
bir yıldıza götürecek.’’ Diyen Vincent Van Gogh yapmış 1890 yılında.
En bilinen eseri, işte bu ‘’Yıldızlı
Gece’’ tablosu. Eseri Güney Fransa’da tedavi
gördüğü sırada yapmış.
Doktorlar bu eseri onun akli dengesinin
göstergesi olarak gösteriyor.
Bugün ise sanatçının resmettiği
manzarayı kullandığı ilaçlar etkisi ile gördüğü düşünülüyor. ‘’The Starry Nigt’’ tablosunu yaratırken
kendine ait tüm teknikleri kullanır. Ortaya son derece özgür bir eser çıkar.
‘’Resim yapmayı düşlüyorum sonra rüyamı
resimliyorum’’ diyen sanatçı, 1853 yılında doğmuş.
Empresyonist, ardizlenimci tarzda canlı
renkler, eğlenceli konular üzerinde çalışmış.
Ruhsal olarak pek rahat olmayan birisi, öfke
nöbetleri var, bunalıma girdiği dönemler var, sağlığını uzun süreler ihmal
ediyor. İnsanlarca dışlanıyor.
Bunalımda olduğu bir sırada sol kulağını
kesiyor.
Yaşamı boyunca başarısız kabul ediliyor,
900 tablosu var, deli kabul ediliyor.
Tedavi gördüğü sırada 37 yaşındayken
kendini karnından vurarak intihar ediyor ya da başka teoriye göre de vuruluyor.
İntiharından sonra şöhret olan ve
öncesinde zamanının anlaşılamayan ressamı yanlış anlaşılmış dahi olarak kabul
ediliyor.
Sağlığında sadece bir tablosunu
satabilmiş.
Romantik, azap çeken, ideali simgeleyen, önemli, hüzünlü ressam olarak tanımlanıyor.
ASLINDA TUTUKLULAR ÇEMBERİNDE
MİYİZ?
Yıldızlı gece aslında bizi biraz romantik
yapar. Biz gözümüzü bana göre daha derin mesajları olan Vincent Van Gogh’un ‘’Tutuklular
Çemberi’’ tablosuna çevirmeliyiz.
Orijinal adıyla, ‘’ Prisoners
Exercising.
En azından ben öyle yapıyorum o tablodan
bana daha çok cümle, sözcük ve derin anlamlar akıyor.
Belki size göre siz ‘’Yıldızlı Geceler’’
de kalmalısınız biraz hayal alemine dalmak iyi gelebilir ama size.
Ten kafesinizin parmaklıklarını kendi
ellerinizle kesebilmeyi başarmak istiyorsanız bu tablo tam size göre.
Mavi – Yeşil tonların olduğu ‘’Tutuklular
Çemberi’’ tablosunda duvarlar ve hapishane avlusunda çember halinde gidip
gelen, dönen duran mahkumlar betimlenmiş.
Tek şapkasız, sarı saçlı figür, kendisi.
Kasvetli bir kısır döngünün ortasında
her şeyi anlayan ancak hiçbir şeyi değiştirmeyen yalnız, üzgün bir mahkum.
Tablonun üstünde uçmakta olan iki beyaz
kelebek görünüyor.
Özgürlüğün olduğu kadar kaybedilmiş saflığın,
masumiyetin sembolüdür iki beyaz kelebek.
‘’Tutuklular Çemberi’’ tablosunda beyaz
kelebekler uzaklaşmaktadırlar.
İntihar edeceği yaşa eşit sayıda insan
figürü yer almakta bu tabloda.
37 yıllık ten hapishanesi taştan
duvarlar değil etten duvarlar.
Ten kafesinin parmaklıklarını kendi
elleriyle kesip dışarı uçmayı başardı Vincent Van Gogh.
Ya biz ne yapacağız ki? daha delirmedik bile.
ÖZDENER GÜLERYÜZ
Çok güzel bir yazı.Sadece nacizane tavsiyem azıcık daha kısa olursa.Kalemine emeğine sağlık
YanıtlaSilDikkat ederim. çok teşekkürler. Kim olduğunuzu yazmamanıza rağmen.
SilSeverek okuyorum.Çok güzel bir yazı olmuş.Eline, emeğine sağlık.
SilÇok teşekkür ederim Şükrü kardeşim. Selamlar
SilZaman ve değişim, sonu mutlak kıyamet olan bu insanlık yürüyüşü , genç nesiller için sabırsız ve 50 ve üzeri bizler için her geçen gün katlanılmaz oluyor.
YanıtlaSilİlk olarak ,buğdayı evcilleştirip kontrol altına alan insan iradesi, etrafındaki her birey- nesneyi adeta beyin gücü ile hareket ettirebilecek erki arar durumda.
Yaratmadığı bir sistemde kendine biçmeye çalıştığı kurucu oyuncu rolü, esasen insana ağır gelmiştir ve geri dönememenin sancılarıdır bu dışavurumlar, diye düşünüyorum.
Çok teşekkür ederim Sevgili Uluç. Harika bir değerlendirme.
Silemeğinize sağlık
YanıtlaSil