KENDİMİZ DIŞINDA BİR ŞEYE AİT OLMAMIZA DAİR

 

        

Benzer duygu ve düşünceleri benimseyen insanların benzer tutumları sergilemesi olarak tanımlanan ’’Aidiyet Duygusu’’,  insanları birbirine yaklaştıran, paylaşımları arttıran, gurubu ‘’biz’’ yapan, kişiye, aileye, topluma mensup olma hislerini çoğaltan en önemli duygumuz olma özelliğini taşıyor.

Aidiyet kendimiz dışında bir şeye ait olma anlamını taşır aslında. Örneğin, iş yaşamında çalışanların iş yerine, kuruma bağlı olma duygusunun en önemli unsurudur.

Kurumun misyonu ile bulunduğunuz pozisyon ve iş arkadaşlarınız ile kendiniz arasında bir köprü görevi görecek bağlar kurmak ve ait olma duygusunu yaşamak istersiniz.

Bulunduğumuz kurum aslında kim olduğumuzun bir ifadesidir.

Amacı başarı olan bir kurumun, çalışanın kendi varlığına, kurumun hedeflerine ve çalışanın yaptığı işle gönül bağı kurmasına imkan yaratması gerekir.




 

     AMA ASLINDA ÖYLE Mİ?

Düşünceme göre, bizi kendimizin dışına çıkarıp başka bir misyona, vizyona hizmet eder duruma sokan şu aidiyet meselesi literatür bilgilerinin dışında da biraz değerlendirilmelidir. İnsan denen varlık kendi dışına çıkacaksa koyun gibi çıkmamalı, bu fedakarca çıkış, kalıcılığı, çıkarsız karşılıklı ve beklentisiz saf sevgiyi de beraberinde taşımalı, kişiyi kurumuyla birlikte yüceltmelidir.

Burada kurumdan söz ediyoruz. Olimpos’un zirvelerinde Zeus olmaya niyetli Kurumun yetkililerini değil elbette.

**

Uzun yıllar Devlet ve özel sektör kurumlarında belli bir seviyeden başlayarak yine belirli bir seviyeye kadar yükselmiş birisi olarak, (ki bunun üniversite öncesi bir yıl meslek lisesi mezunu olarak askeri istihkam, ağır bakım fabrikalarında sanki asker gibi disiplin altında işçi statüsünde çalışmış ve oradan üniversiteyi kazanarak öğrenciliğe geçişim var.)

Aidiyet duygusunun en önemli kriterlerinden biri olan asıl aidiyetin ''kendisine muhtaç etmeden'' ait hisettirme, özgür bırakarak insanın özgürlük duygusunu yok etmeden bu hazzı yaşatmak olması gereği, neredeyse okuduğum tüm psikolog ve sosyologların ortak görüşü.

Bir çalışanı değersizleştirerek, kontrol ederek hatta aşağılayarak iş yerine bağlamaya, ait hissettirmeye çalışmak ise kesin insanlık suçu.

Bende mi bir tuhaflık vardı aktif iş yaşamımda?

Şu sıralar üzerinde düşündüğümde yavaş yavaş anlamlandırdığım, içsel olarak fark edebildiğim şey, şu bize çalışma hayatında dayatılan ait olma şeklinin sanki her çalışan tarafından farklı şekilde anlaşılıp uygulandığıdır.

İşletmenin, kuruluşun başarısını istiyor kurucular. paraları var. organizasyon yetenekleri var, yurt dışında eğitim almış bir kişiyi işin başına koyuyorlar, her türlü motivasyon tekniklerini biliyorlar, çalışanlar arasında değişik yöntemlerle ödül/ceza yöntemleri uyguluyorlar.

Başarıyı hedefleyen bir işletme, çalışanın iş yerindeki varlığına, şirketin amaçlarına ve yaptığı işe yürekten inanmasını sağlayamıyorsa aidiyet adı verilen duygu, o iş yeri için tüm çabaların sıfırla çarpılmış haline kısa sürede ulaşacaktır bana göre. Kurum yöneticisi Zeus olmak, tapılmak ve bizi baldırından doğurmak istiyor.

Biz insan olarak, mutlu olduğumuz yere ait hissediyorsak, çıktıkları yolda yalnız yürüyemeyecekleri, destek ekiplerine ihtiyaçları kesin olan kurucu, genel md. Fab md. gibi unsurların bizi Olimpos’a çağırıp üstelikte en az bir saatlik mülakatlarla ölçüp, tartıp, kavun gibi dibimizi koklayıp, basket topu gibi Girit adasına atıp tekrar yakalama gibi şeyleri yaparak karar verdikten sonra artık kendilerine de epeyce ama epeyce iş düşmekte bence.




   ASIL SORUN NEREDE?

Kendi içlerinde, ilk bakışta görülemeyen, anlaşılamayan bir nüve, koza ile örülerek asıl uygulamayı cephede başka, yüzü gülücüklü insan ya da insanların yaptığı aslında, yukarıda saydığım üst düzey kadroların fetiş düzeyindeki yontulmamış, avcı toplayıcı mağara adamı düzeyindeki, sözüm ona saygı uyandırıp ulu manitu olma istekleri, bazen ilk planda ortaya dökülmüyor.

Yukarıda bahsettiğim gizli duygular önce bizzat kendi gülücüklü yüzleriyle örtülmüş olmakta.

Gülücüklü yüzlerin ağırca geri çekilmeleri ve öne doğru süslü kıyafetler giymiş yüzü cilalı imajlı, dost görünümlü ve çok önemli, olmazsa olmazmış imajıyla, kadro isimleriyle, zeki, anlayışlı ve de güdümlü şekilde size yaklaşmaları daha sonra geliyor.

Ülkemizde yazık ki gerçek manada bir ait hissettirme olduğunu düşünmüyorum.

Yukarıda da sözünü ettiğim aidiyetin farklı şekillerde algılanıp, hissedip uygulamada, tam bir ‘’ uysal koyunluk’’ ile yapılmak isteneni anlayan ve kabul etmeyen direnen çalışanlar ortaya çıkabilmektedir.

Bu insanlar durumu tecrübe ve zekalarıyla hemen anlamakta ve ister istemez bir direnç gösterme konumuna geçmektedir.

Bu da kendileri için her zaman olmasa da bazen büyük zaman kaybı, hüsran ve kendileri tarafından yıkılmış kalelerinin yeniden inşası, hayatlarını yeniden kurma, kan, ter ve gözyaşı olarak geri dönmektedir.

Bu insanlar başkaldırır, kabul etmez, isyan eder çünkü ‘’ait olmak’’ bu değildir onlar için. Onlar için aidiyet duygusu her tarafı yücelten bir duygudur. Bir kişiyi Tanrılaştırmaz.

Bu insanlar tanrılaşmak isteyen o kişiye, kişilere rağmen kurumu ondan daha çok sevmiş, ona daha çok ait hissetmişlerdir aslında anlaşılmaz bir şekilde.

Bu durum direnen kişilerde iç kaosu yaratır. Kendine ait olmayan sadece emek vermek için geldiği yeri Zeus(lara) rağmen daha çok sevmek kolay değildir.

UYSAL KOYUNLAR ÇOĞUNLUKTA.

Üzülerek belirtmek isterim ki ‘’uysal koyunlar’’ çoğunluktadır.

Belki de oyunu fark ediyor ‘’ uysallar’’ ama elde ettiği imkanların kaybolmasına



dayanamayacak durumda olmaları, tekrar aynı yollardan giderek iş arama, kendi hayatını yeniden düzene sokma konusunu düşününce gözlerinde çok büyüdüğünden koyunlaşma şartlarını kabulleniyorlar. Ve bazen de bu koyunlaşma nedeniyle Zeus’ta parlak günlerini kazanmış oluyor.

Şirket kültürü oluşturmak gayretiyle ek olarak da dışarıdan ciddi ciddi üniversite hocaları da şirkete getirilerek eğitim ve rehabilitasyon isimli bir sosun içine de bularlar sizi.

Rehabilitasyon sosundan gözünüz kör olur.

Zeus tahta çıkar, Her tanrıçayla sevişir. Bu onun en doğal hakkıdır.

Birçok çocuğu olur Zeus’un.

Şimdi sorun kendinize;  ‘’Ait misiniz?’’

Kime? Neye? Nereye? Hangi şartlarda? Neden? Nereye Kadar?  

Bir yere ait olmak istemediğimin( ne geçmişte, ne de şimdi) en güzel anlatımıdır bu.

Özgür olmak ister bireyler ait olmak isterlerken.

Bir aidiyet varsa Dünyaya ait olmak, bir uzaylıdan farklı olduğunu belirtmek içindir vesselam.

 

ÖZDENER GÜLERYÜZ

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İÇİNİZDE ŞARKI SÖYLEYEN VEYA DÜŞÜNEN ÖZ, HALA YILDIZLARI UZAYA DAĞITAN O İLK AN'IN İÇİNDE DEVİNİYOR MU?

BİREYSEL KÖRLÜKTEN TOPLUMSAL KÖRLÜĞE GEÇİŞİMİZDE ; ''ÖZGÜRLÜK '' VE ''MASUMİYET'' SEMBOLLERİMİZİ ARAMA GİRİŞİMLERİMİZ ÜZERİNE.

PARADİSE LOST- SMYRNA 1922. '' YARALARI KİM DÜŞÜNÜR, ÖLSEM NE GAM!'' : YÜZBAŞI ŞERAFETTİN, 9 EYLÜL 1922